Bildiğiniz üzere Pazartesi günü ilköğretim okullarında eğitim yılı başladı. Gazeteler ve ekranlarda toplam öğrenci sayısı konusunda iki farklı rakam duyduk: Bazıları 11 milyon öğrenci, bazıları da 16 milyon. O nedenle önce rakamların doğru detaylarına bakalım.
Aşağıdaki tabloda lise altı eğitime dair Türkiye rakamları var. Okul öncesi 1,1 milyonu aşkın, ilköğretimde 11 milyona yakın ve orta öğretimde 4,7 milyonu aşkın öğrenci Pazartesi eğitim yılına başladı. Eğitim yılı başlarken 774.363 öğretmen, 69.684 okulda görev yapacak.
Aşağıdaki tabloda ise lise altı eğitim rakamlarının bölgeler bazında dağılımı görülmektedir. En yüksek sayıda öğrencinin İstanbul ve Güney Doğu Anadolu’da olduğu gözlenmektedir. Tablo iki önemli şeye dikkat çekmektedir. Öğretmen başına öğrenci sayısı bakımından en kötü durumdaki iki bölge yine İstanbul ve Güney Doğu Anadolu’dur. Okul başına öğrenci sayısında da İstanbul açık ara diğer bölgelerden çok daha fazla kalabalık okullara sahiptir.
Ülkenin eğitim meselesi hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Uzun yıllar okullaşmayı tartışırken nihayet eğitimin içeriği, niteliği ve kalitesi konuşulur hale geldi. Şimdiye dek devlet ve siyaset ülkenin oldukça kötü olan okullaşma ve eğitim seviyesi meselesine odaklanmış, nitekim son yıllarda da oldukça önemli mesafe alınmıştır. Ama yine de alınacak çok mesafe olduğu açık…
Aşağıdaki tabloda son otuz yıldaki genel eğitim seviyesindeki değişim görülmektedir. TUİK’in 1980, 1990 ve 2000 rakamları nüfus sayımlarına, 2008 rakamı Adrese Dayalı Nüfus Sistemi kayıtlarına ve 2011 rakamları KONDA Barometre Haziran 2011 araştırmasına dayanmaktadır.
Bu tabloya göre 1980 yılında bile yüzde 32,6 olan okuryazar olmama hali süratle azalarak ve 1990’da yüzde 22,5’e, 2000’de yüzde 14,5’e ve 2011’de yüzde 6,4’e düşmüştür. Okuma yazma bildiği halde bu melekeyi bir okuldan almamış olanlar 1980’de yüzde 16,5 iken, şimdi yüzde 3,2’dir. Yani 1980’de toplumun yarıdan fazlası henüz hiçbir okul görmemiş durumda iken, şimdi bu oran yüzde 10’un altına inmiştir.
2011 yılı itibariyle toplumun 15 yaş üstü nüfusunun üniversite eğitimlileri yüzde 11, lise eğitimlileri yüzde 26,1 oranındadır. Yani gerçekte içerik ve nitelikten bağımsız olarak henüz toplumun üçte birinden biraz fazlası 11 yıllık eğitim ve fazlasına sahiptir. Bu rakam bile üretimden siyasete hemen birçok problemimizin temel kaynak sorunlarından birisinin eğitim olduğunu kuşku bırakmadan göstermektedir.
Ama asıl sorunumuz hala eğitimin içeriğidir. Eğitim sistemimizin yapısal bir değişikliğe gereksinmesi olduğu artık genel kabul görmüş bir doğru olmakla beraber bir türlü doğru adımlar atılamamaktadır hala. Sorun yalnızca sınav odaklı eğitim sistemi ve sınav güvenliği değil çok daha derin ve yapısaldır. Eğitim sisteminin temel paradigmasının değiştirilmesine, zihni değişim ve dönüşüme gereksinme vardır.
Bizim eğitim sistemi Cumhuriyet’in ve ulus devletin başlangıcında devlete karşı ödevleri belirlenmiş, farklılıkları ve farklı talepleri yok sayılarak tek tip yurttaş yetiştirme hedefleyerek ve devlete karşı ödevlerini öğretmek üzere kurulmuştur. Zaman zaman tartışılan şovenizm tümüyle eğitim sisteminin bir ürünüdür. Kaldı ki, eğitim sistemi öğrenciyi hayata değil, sınavlara hazırlamaya teslim olmuştur.
KONDA’nın Nisan 2011’de yaptığı Gençlik Araştırmasından bir bulguyu aşağıda görüyorsunuz. “Hayata hazırlanırken en çok şeyi kimden öğreniyorsunuz” sorusuna 15 – 30Yaş arası gençlerin yüzde 68’i ailesine işaret etmekteyken, yalnızca yüzde 7’si öğretmenlerini adres göstermektedir.
Benzer çarpıcı bir bulgu “Kadınlarda İnsan Hakları Farkındalığı Araştırması” bulgularında da görülmektedir. KONDA’nın anılan araştırmasına göre kadınların yalnızca yüzde 3’ü haklarını okuldan öğrendiğini söylemekteyken, yüzde 54’ü medyadan öğrendiğini söylemektedir.
Eğitimin içeriğinin ve temel felsefe ve zihniyetinin değiştirilmesi ise o kadar kolay görülmemektedir. Ders kitaplarındaki saçma sapan anlatım ve ifadelerden, kendilerinin eğitime ihtiyacı olan yönetici ve öğretmenlerine kadar bir dizi temel ve yapısal değişikliğin bütünleşik bir proje içinde yeniden yapılandırılmasına gereksinme vardır. Böylesi bir değişiklik de sessiz sedasız yönetmelik veya yasa değişiklikleriyle, bir bakanın veya bürokratın ben bilirim tavrıyla değil, ancak ilgili tüm kurumların, sivil toplum örgütlerinin, siyasetin topyekun tartışmaya ve değişime katılımının sağlanmasıyla olabilir.