Son otuz yıldır devletin bildik, merkezi rolleri değişiyor. Kimi rolleri ulus üstü organizayonlara kayıyor kimi rolleri de yerellere. Küreselleşmeyle beraber devletin rollerindeki aşınma ve değişme üzerine genel bir mutabakat var, siyasette de entelektüel dünyada da.
Esas itibariyle, son otuz yılın siyasi gerilimleri, devletin eski ile yeni rolleri üzerine siyasi konumlanışlar arasında. Bir de yeni rollerin nasıl olacağı ve nasıl olması gerektiği üzerine.
Bunun yanı sıra küreselleşmenin olumsuz etki ve sonuçlarının olduğu alanlarda var. Örneğin çevre ve kültür üzerine sonuçlar olumsuz biçimde sürüyor. Örneğin, kırk, elli sene sonra neredeyse farklı dil ve kültürlerin kalmayacağı, hemen herkesin ingilizce haberleşip, yazışacağı söyleniyor. Ya da küresel rekabet ve ekonomik büyüme adına yürütülen enerji politikaları ve yatırımlarının çevre üzerindeki olumsuz etkileri kadar küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunları da biliniyor.
Dezavantajlı grupları kim koruyacak?
Benzer olumsuz sonuçlardan bir tanesi de dezavantajlı ülkelerin, toplumların, kültürlerin, grupların, ister eğitimsizlikleri nedeniyle ister yoksunluk ve yoksulluklarının sonucu olarak küresel rekabette geride kaldıkları ve adeta kaybetmeye mahkûm olmalarının kaçınılmazlığı.
Bu olumsuz sonuçlara karşı mücadele etmek, karşı politikalar geliştirmek gerekiyor. İşte tam bu noktada henüz, insanlık devlet dışında etkili bir politik araç geliştiremedi.
Her ne kadar küresel girişimler olsa da farklı uluslararası örgütler, girişimler, kurumlar oluşturulsa da başarılı, etkin ve sonuç alıcı politikalar hala devlet politikaları.
Bu meselenin bir tarafı, ikinci bir tarafı daha var. O da günümüz hayat ritminin ve işleyişinin temel karakteristiklerinden bir tanesinin “belirsizlik” ve “karmaşıklık” oluşu.
Karmaşıklık ve belirsizlik korkutuyor
Çok aktörlü, çok boyutlu, çoklu karar odaklı ve süreçli bir hayatın eski zihin haritalarıyla anlamlandırılabilmesi mümkün değil. Bu karmaşıklık ve belirsizlik esaslı hayat, doğal olarak bireylerde, kümelerde, toplumlarda farklı doz ve tonlarda da olsa endişe, kaygı, korku üretiyor.
Bu endişe, korku, kaygı duyguları da kuralları net düzen talebini ve güvenlik ihtiyacını tetikliyor. Tüm dünyada, farklı ülkelerde milliyetçi, muhafazakâr siyasetlerin yükselişinin ardındaki tetikleyici faktörlerden birisi de bu duyguların yoğunluğu ve siyasallaşması.
Yeni hayatın olumsuzluklarına karşı hala en etkili aracın devlet oluşu bir yandan, karmaşıklık ve belirsizliğe karşı düzen talebinin ve güvenlik ihtiyacının yükselişi öte yandan, bu iki dinamik geleneksel rolleri aşınan ve değişen devleti yeniden öne çıkarıyor.
Devlet yeni rolleriyle yeniden sahnede
Yeni araç ve politikalarla, yeni kural ve kurumlarıyla devletin geleneksel rolü yeni bir kılıkla ve gerekçeyle geri dönüyor.
Geri dönen devlet, yalnızca yeni rolleriyle sınırlı kalmak yerine, toplum üzerindeki tahakkümünü yeni sorunları da gerekçe olarak kullanarak güçlendirmeye çalışıyor. Kimi ülkelerde doğrudan bunu hedefleyen siyasi partiler ve liderlerle, kimi yerde teknokratlar eliyle. Rusya’da seçilmiş hükümet, Yunanistan ve İtalya’da teknokratlar, ekonomik veya toplumsal krizlere boğulmuş insanlarının önüne, etki alanı yeniden güçlendirilmiş devlet araç ve politikalarıyla çıkıyor.
Yalnızca ekonomik belirsizlik ve sorunlar nedeniyle değil, yeni hayatın henüz kurum ve kuralları netleşmemiş, yeni zihin haritaları yeterince gelişmemişken çıkan sorunlarına karşı “düzenseverlik” ve “güvenlik ihtiyacı” duygusu siyasetçilerin elinde önemli bir gerekçe ve siyaset aracı haline dönüşüyor.
Ama bu devletin bildik devlete benzer yanları kadar eskiye benzemeyen, yeni özellikleri de var.
Ülkede son bir yıldır olup bitenleri açıklama ve muhalefet etme çabasının, “Başbakan’ın otoriterliği, tahammülsüzlüğü” gibi kısa açıklamalarla sınırlı olması yerine, yeni hayatın ve toplumun dinamiklerini anlamak ve bu dinamikler üzerinden muhalefet geliştirmek gerektiği çok açık değil mi bu durumda.