Ülkede değişen bir şeyler var. Değişenin ne olduğunu ve değişimin nereye doğru olduğunu tanımlamaya çalıştığımızda farklılıklar ortaya çıkıyor. Son bir yılın ve hatta son üç ayın siyasi tartışmalarına, örneğin Kürt sorununa baktığımızda da aynı tanımlama problematikini konuşmaya başlıyoruz.
Kimilerimiz çok olumlu değişimler yaşandığını söylerken, kimilerimiz de değişenin olumsuza doğru olduğunu söylüyor. Kimileri de zaten değişen hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya ve düşünmeye devam ediyor.
Meselenin bir başka çetrefilli ve üzerinde mutabakat sağlanılmamış yönü de değişimi yalnızca siyasi aktörler ve partiler ve hatta yalnızca hükümet üzerinde açıklamak. Siyasi aktörler ve partiler elbette önemli ama ülkenin son kırk yılında yaşanan, hatta 89 Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonraki dönemde bile yaşanan değişimi anlamak için bu bakışı yeterli görmek yanlış kanımca.
Sade tanımlarla değişimi konuşmaya ve anlamaya çalışmamız lazım. Çünkü ülkedeki toplumsal, kültürel, ekonomik değişimi yalnızca siyaset üzerinden açıklamaya çalışırsak zamanın ruhunu yakalama şansımız yok.
Birinci soru değişimden kastettiğimiz ne? Altyapıda, ekonomide, eğitimdeki gelişmeler örneğin hayatımızı ve ülke hayatını ne kadar etkiliyor? Bazı göstergelere baktığımızda konuştuğumuz iki dönemin ülke hayatının aynı olması olanaksız.
1970 ile 2005 yılları arasında birkaç ekonomik veri kıyasını not edelim örneğin: 1970 yılında kişi başına elektrik tüketimi 200 kw/saat, 2005 yılında 1800 kw/saat. Üretilen çamaşır makinesi 1970’de 60 bin adet, 2005’te 4,5 milyon adet; kayıtlı otomobil sayısı 1970’te 138 bin, 2005’te 6 milyon yakın. 1970’te Kayıtlı telefon abonesi kamu kurumları dahil 400 binin altında 2005’te 19 milyon ve cep telefonu kullanımı ayrı bir vakıa. 1970 Yılında yurt dışına giden vatandaş 550 bin, gelen turist 700 binin biraz üstünde, 2005 yılında giden vatandaş 8 milyonun üstünde gelen 21 milyondan fazla.
Rakamlarını kıyaslamaya çalıştığımız iki dönem arasındaki nüfusu da not edelim: 1970 yılındaki nüfusumuz 35 milyon, 2005 yılındaki ise 70 milyon.
Eğitim seviyesi açısından iki döneme bakalım, 1970 yılında eğitimsizler toplamı nüfusun % 59’u, lise altı eğitimliler % 36’sı, lise mezunları % 3’ü, üniversite mezunları % 2’si oranında. 2005 yılında ise eğitimsizler % 11’e düşmüş, lise altı eğitimliler % 62, lise eğitimliler % 18, üniversite eğitimliler % 9 oranında.
Başka bir hesaptan eğitimi kıyaslayalım: 1970 yılında 14 milyon üstünde 25 yaş üstü nüfusun ortalama eğitim yılı 2,8 yıl, 2005 yılında 36 milyona yakın yetişkin nüfusun ortalama eğitimi 7 yıl.
Altyapıdaki bu değişimin bile başlı başına neleri değiştirdiğini, konuştuğumuz ülkenin ve insanlarının aynı olmadığını anlamalıyız.
Bunun yanı sıra değişimi doğrudan etkileyen en önemli faktörlerden birisi de göç meselesi. 15 Yaş üstü 50 milyon nüfusun 22 milyonunun doğduğu yer dışında yaşadığı bir ülke konuşuyoruz. Bu toplumun neredeyse 10 milyonu da koşulsuz yarın sabah yaşadığı yeri değiştirmek istiyor ve yarıya yakını en azından çocuklarının başka bir şehirde hayat kurmasını istiyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım üç temel alandaki veriler bile ne kadar dinamik ve hareket halinde bir toplum konuştuğumuzu gösteriyor. Hayat ustam Tarhan Erdem’in kelimeleriyle soralım: “Bildiğimizi, tanıdığımızı sandığımız Türkiye gerçek Türkiye mi acaba?”
Bu verilere bağlı olarak gündelik hayatta, değerlerde, hayat tarzımızda, aidiyet anlayışımızda neler değiştiğini incelemeye devam edeceğim. Futbol programlarındaki “görüntüleri ileri al konuş, geri al konuş” tarzı siyaset tartışmalarından sıkıldı iseniz bekleriz efendim.