Sayın Başbakan Salı günkü grup toplantısında “AKP değişimin temsilcisi ve öncüsüdür” diyordu. Bu sav günlerce ve sayfalar dolusu tartışılabilir. Tartışılmalı! Toplum ve sade vatandaş gözünden bakınca ve diğer partilerle karşılaştırılınca bir yere kadar bu sav doğru görünüyor. CHP ve MHP’nin ne yazık ki AB, demokratikleşme, Kürt sorunu gibi ülkenin yakıcı sorunları karşısında statükoyu korumak dışında politikaları ve önerileri yok. AKP seçmenden aldığı oyu yalnızca muhafazakârlık ya da din referanslı talepler üzerinden almıyor.
Özellikle 2002 yılında ilk iktidara geliş günlerinde de AKP seçmen desteğini ülkeye bir değişim projesi sunduğu için almamıştı. O günkü seçmenin talebi siyasetin yenilenmesi ve siyasi aktörlerin değiştirilmesiydi. AKP de seçmenden yeni bir parti olarak bu bağlamda destek gördü. 1983–2002 yılları arasında yani dünyada müthiş bir değişimin yaşandığı yıllar boyunca Türkiye’de siyasi iktidarların ortalama ömrü bir yıl dört ay olmuştu. Siyaseten yönetilemeyen bir ülkede üstüne derin bir ekonomik krizde eklenince siyasetin yenilenmesi talebini seçmen oylarıyla göstermişti.
AKP’nin iktidara geldiği gün bulduğu manzara yıllardır siyasetçilerce yönetilememiş bir ülke ve ekonomik kriz travması sonrası istikrar talebiydi. Son yirmi yıldır ülkede yaşanan dinamikler, sorunlar, çözümsüzlükler gibi ayrıca gerçekten akademik olarak da anlamaya çalışmamız gereken bir sürecin sonucu ve ürünü olarak AKP ortaya çıktı, süreci yönlendiren ve yöneten bir aktör olarak değil.
Dış dinamikler açısından da dünyadaki ekonomik gelişmeler, küresel büyüme, müthiş büyüklüklere ulaşmış nakit sermaye gibi faktörlerin hepsi de AKP lehine çalıştı. AKP kriz sonrası hazırlanan ekonomik programı aynen devam ettirerek, AB meselesine kendinden beklenmeyecek kadar asılarak, sosyal politikalara ağırlık vererek kendi beklediğinden de geniş bir kamuoyu desteğine kavuştu.
AKP iktidarının ilk üç yılında çiftçi deyimiyle ota bırakılmış tarlayı sürmekte başarılı da oldu. Ama üç yılın sonunda sürülmüş tarlaya hangi ürünü ekelim meselesine sıra gelince zayıflıkları ve belki de gerçek karakteri ortaya çıktı. Son dört yıldır ise ülke yeniden önceki yıllardaki gibi kısır ve iradesiz siyasete mahkûm oldu.
Neden? Çünkü AKP’nin gerçekte bir değişim ve demokratikleşme programı yoktu, hala da yok!
AKP ülkenin temel hedefi olan kalkınma ve modernleşme hedeflerinden yalnızca kalkınmayı esas alan bir parti. Ekonomik büyümenin kendi başına yeterli, en azından öncelikli olmasını savunan kendinden önceki tüm sağ iktidarlar gibi. Ekonomik büyümenin yanı sıra gelir dağılımını en azından öncesindeki sağ iktidarlardan daha farklı olarak sosyal politikalarla dengelemeye çalışsa da özellikle çevre, doğal kaynaklar gibi meselelerde oldukça umarsız ve hoyrat. Hatırlayın Kaz dağları tartışmalarını ya da Moda’da yapılmakta olan çirkinlik abidesi oteli!
Aynı zamanda ekonomi yönetiminde de AKP’nin temel bir vizyon sorunu olduğu, küresel kriz tartışmalarında daha net olarak ortaya çıktı. 2000 Krizi sonrası hazırlanan ekonomik programın revize edilmesi, mikro reformların planlanması, ekonomi yönetiminin şeffaflaşması, ekonomik kararların demokratik süreçlere bağlanması gibi tüm meselelerde AKP’nin önceki iktidarlardan farklı olmadığı ortaya çıktı.
AKP’nin demokratikleşme projesi olmadığı da net olarak ortada artık. Anayasa tartışmalarını önce açıp sonra ortadan kaybolarak, hep karnından konuşan sözcüleriyle tartışmaları bir açıp bir kapayarak, tüm tartışmayı medyadaki liberal destekçilerinin entelektüel tartışma ve desteklerine bırakarak ama asıl önemlisi tüm anayasa tartışmasını bile Başbakan’ın iki dudağı arasına sıkıştırarak AKP’nin bu konuda da içtenlikli bir hedefinin olmadığı ortada. Hala AKP’nin niçin yeni anayasa, yeni anayasanın temel ilkeleri ne olmalı, yeni anayasa yapma süreci nasıl olmalı meselelerindeki fikrini, tüm köşe yazarları münazaralarından ötede okuyabilen, anlayabilen, açıklayabilen var mı?
Ülkenin en yakıcı ve tüm sorunlarının tıkacı haline gelmiş Kürt sorununa AKP’nin temel yaklaşımı, politikaları, çözüm önerilerini bütünlüklü bir biçimde okuyabilen, anlayabilen, açıklayabilen var mı?
Hatırlayalım, ağaç dikme törenini bile AKP’ye muhalif olduğu kanaatinde olduğu çevreci örgütlere Başbakan’ın nasıl sert çıktığını. Ya da İstanbul 2010 projesinde yaşananları. Yönetiminin ele geçirilmesi hedeflenebilir yarı kamu kitle örgütleri ve yandaşı olan sivil toplum örgütleri dışında sivil toplumu ciddiye aldığını, toplumun önündeki örgütlenme engellerini kaldırmayı hedefleyen, sivil toplumun yönetime katılmasının önünü açan, kısaca katılımcı demokrasiyi hedefleyen bir AKP’den söz etmek mümkün değil.
AB meselesinde ise ne kadar yol aldığımız, alabileceğimiz, AB’deki ve ülkedeki şoven taleplere ne kadar süre mahkûm olacağımız çok açık. AKP’nin bu konuda da ne kadar bütünlüklü bir vizyonu, hedefi ve projesi olduğu tartışmalı.
Dolayısıyla AKP’nin yenileşme ve değişme hedefleri de kendisiyle ilgili meselelerle sınırlı…