Hemen herkesin sıkça kullandığı bir “Türkiye değişiyor” sözü var. Yine herkes kendi siyasi fikrince, algı ve beklentilerine, umut ve korkularına bağlı olarak “değişenin ne olduğu”, “değişimin ne yöne doğru olduğu” üzerine bir kanaati, tespiti ve yorumu var.
Acaba bildiklerimize, gözlemlerimize, dikkate aldığımız yazar, yorumcu, politikacının işaret ettiğine ve belki de ezberlerimize dayanarak vardığımız bu kanaat doğru mu? Örneğin gerçekten Türkiye muhafazakarlaşıyor mu? Milliyetçilik yükseliyor mu?
Daha temel soru belki de şu: Türkiye toplumu yobazlaşıyor mu, yozlaşıyor mu, demokratikleşiyor mu?
Demokrasi talebi var olma talebidir
Böylesi soruların tek bir cevabı yok. O nedenle çarpıcı gibi görünse bile böylesi sansasyonel sorular yanlış. Çünkü ne toplum ne de hayat bir kelimeye sığdırılabilecek kadar sadelik ve basitlikte. Aksine bugünün hayatı ve toplum çok daha karmaşık, çok boyutlu, çok eksenli, çok aktörlü, çok kimlikli. Bu nedenle de her tür dinamik aynı anda çalışıyor hayatta ve toplumda.
Bu denli farklı dinamiğin, kimliğin, farklılığın, boyutun bir arada olması nedeniyle ve bunların her birinin birbiriyle ilişki içinde, beraberlik veya zıtlık içinde bile olsa bir arada var olabilmesinin ve hayat bulabilmesinin tek yolu demokrasi. Bu nedenle demokrasi artık bugün siyasi bir mesele değil, var olma meselesidir.
İşte tam bu nedenle demokrasi bir siyasi hareketin, partinin, aktörün talebi olan, tek sahibi olduğu değil hepimizin sahip çıkması, talep etmesi gereken, ortak varoluşun kuralları ve koşulları bütünü.
Dolayısıyla hangi siyasi taraftan bakarsak bakalım zamanın ruhunun gereği önce demokrasi talebi. Yani toplumun demokratikleşmesi, devletin ve yönetimin demokratikleştirilmesi, siyasetin demokratikleşmesi.
Değişim: zihni, hukuki ve kurumsal
Böylesi bir değişim zihniyet, hukuksal ve kurumsal olarak neredeyse yeniden varolmak, değişmek demek. Çünkü hem devlette hem de toplumda zihni değişim demokratikleşme yolunda henüz tam olarak gerçekleşmediğinden , uygulamada da hukuk ve kurumsal değişim bir türlü gerçekleş(e)miyor. Yalnızca iktidar değil diğer partiler de, yalnızca Türkler değil Kürtler de, yalnızca Sünniler değil Aleviler de, yalnızca sağcılar değil solcular da hala demokrasiyi kendi tanım ve talebi ile sınırlı sanıyor büyük oranda. Kendi varoluşunu, haklarını garantiye aldığı anda herkes, kendi egemenlik alanında – ki bu alan ister ailesi, ister mahallesi, ister derneği, ister partisi, isterse de tüm ülke olsun – diğerlerinin varoluşunu ve haklarını tartışmaya başlıyor.
Üstelik bu problem yalnızca siyasi zihniyet meselesi de değil. Aynı zamanda gündelik hayattaki tüm eylem, tercih ve kararlarımızı da etkiliyor. İster kadına şiddet, ister farklı cinsel tercihe bakış, isterse de gayrimüslimlere hoşgörüsüzlük üzerinden konuşalım her meselede ezberlerimizden gelen içgüdüsel tepki var farklılığa. Kısaca temel sorunlarımızdan birisi toplumun ve gündelik hayatın demokratikleştirilmesi asıl.
Toplumun demokratikleşmesi eğitim sisteminden bağımsız değil
Toplumda bu zihni değişim ancak hukuk ve eğitim sistemleri beraberce demokratikleştirilirse sağlanabilir. Çünkü toplumun hoşgörüsüzlüğünün kökenini eğitim sisteminin monolitik yapısı oluşturuyor. Ne yazık ki hala bu ülkede Aleviler veya Kürtler üzerinde bile öylesine derin bir cahillik, bilgisizlik var. Saçma sapan tarihsel dedikodular ve uyduruk efsanelerle beslenen tutumlar o kadar yaygın ki, ülkeyi yönetenlerin bile bu bilgisizliklerinin türlü örneğini her gün görüyoruz, duyuyoruz.
Temel bilgi eksikliği ise monolitik eğitim sistemiyle çoğaltılıyor. Ders kitaplarını taradığımız zaman Kürtler ve Aleviler ve hatta diğer farklılıklar hakkında yüzlerce yanlış anlatım ve ifade görüyoruz. Yine de Radikal’de aşağıdaki haberi görünce bakış açım nedeniyle çok önemsedim ve sizlerle bir kez daha paylaşmak istedim.
“Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), yeni eğitim-öğretim döneminin ilk dersini, ‘Demokrasi eğitimi ve Demokratik Okul Kültürü’ konusuna ayırdı. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer imzasıyla yayımlanan ve tüm okullara da gönderilen genelgede, şu talepler sıralandı: “Her insanın kendisinin ve başkasının yaşamına ve onuruna saygı duyması gerektiğinin önemi konulu konferans düzenlenmesi, insanın varlığının ve onurunun korunmasında insan haklarının ve demokrasinin önemi konulu araştırma ödevleri verilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik olumlu örneklerin araştırılarak okul panosuna asılması, insan haklarıyla ilgili gelişmelerin takip edilmesinin teşvik edilmesi ve konu ile ilgili gazete ve dergi haberlerinin sergilenmesi.” Bakan Ömer Dinçer, insan haklarıyla ilgili kavramların ezberletilmek yerine yaşama geçirilmesi gerektiğini belirtirken, özellikle cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortadan kalkması gerektiğini vurguladı.”