28 Şubat dalgaları sürüyor. “Medya ayağı da olacak” diyenlerle, “aman cadı avına dönüşmesin” diyenler arasında hala işin özü konuşulmuyor.
Olumlu veya olumsuz niyetler ve temennilerle bir psikolojik iklim oluşuyor önce. Sonra da bu psikolojik iklim tüm tartışmaları esir alıyor. Bu nedenle de bu tür tartışmalar yeni bir duruma ve zihniyete doğru yol alışı değil, aynı durumu aralıklarla tekrar tekrar yaşama sonucunu doğuruyor.
Nedir 28 Şubat? Ergenekon, Balyoz, internet andıcı ve Oda TV davalarıyla, 27 Nisan muhtırasıyla ortak yönleri, arkalarındaki ortak zihniyet neye işaret ediyor?
Esas itibariyle tüm bunların ortak yönü psikolojik harekât temelli oluşları. O psikolojik harekatın sonraki adımında gerekirse zor kullanma seçeneği ve bu seçeneğe göre hazırlanmak da var.
Psikolojik harekatın iki hedefi var. Birinci hedef, ülkenin seçimle gelmiş parlamentosundan çıkmış, yasal ve meşru hükümetleri bir yöne doğru zorlamak, başarıldığı oranda düşürmek, gerekirse de zorla indirmek. İkinci hedef ise toplum ve toplumun algılarını yönlendirmek. Bu yönlendirmenin de biri kısa biri uzun vadeli iki hedefi var. Kısa vadeli hedef hükümetlerin düşürülmesine toplumsal meşruiyet üretmek, uzun vadeli hedef toplumun karakterini yeniden biçimlemek.
Medya psikolojik harekatın hedefi mi öznesi mi?
Meselenin özü algıları yönetmek ve dönüştürmek olunca da elbette en büyük araç medya. Nitekim son on beş yılın benzer tüm süreçlerinde medya en önemli aktörlerden birisi.
Ama sorun tam da bu noktada başlıyor. Medyanın doğal habercilik fonksiyonlarıyla psikolojik harekatın bir unsuru olarak medya fonksiyonları arasındaki çizgi nereden geçiyor?
Devlet gücüyle yürütülen psikolojik harekat suçtur. Askeri, bürokratı her kim olursa olsun devlet gücü, devlet olanaklarıyla sivil siyasete karşı yürüttüğü psikolojik harekatı planlayan da yürüten de suç işlemiştir. Nitekim yapanların, yaptıkları iddiasıyla yargılananların her birisi de bu suçu bildikleri için savunmalarında yaptıklarını savunamamakta, iddia edilenleri ya yapmadıklarını ya da emir komuta zinciri içinde görev yaptıklarını söylemektedirler.
İş medyaya gelince çatallanmaktadır. Medya habercilik mi yapmıştır yoksa bir kısmı bilerek, isteyerek psikolojik harekatın gönüllü işbirlikçisi mi olmuştur?
Medyanın hükümetlere muhalif olması, haber ve yorumlarıyla muhalefet etmesi başka şey, psikolojik harekata alet olması başka şey, psikolojik harekatın planlayıcısı, uygulayıcısı olması başka şeydir.
Medyanın bir kısmının muhalefet ederken yalan, yanlış haber kullanması, yanlış yorumları öne çıkarması, bazı haberleri abartması, manşet yapması kötü gazeteciliktir. Ama bilerek isteyerek olmayan haberleri yazması, psikolojik harekat merkezlerinden gelen, kurgu haberleri, yorumları kullanması suçtur.
Yazılanlar kamuoyunun bilme hakkı ise ya yazılmayanlar?
Kendilerini savunmaya çalışanların temel argümanı habercilik yaptıklarıdır. Bu süreçlerde yapılanları, yazılanları konuşuyoruz daha çok. Asıl önemlisi belki de yapılmayanlar, yazılmayanlardır. Yazılmayanlar konusundaki editoryal tercihlere bakıldığında ise bir kısmının haber tercihi olmadığı, bilerek isteyerek bilgi saklayarak suça yataklık edildiği ve hatta iştirak edildiği de açıktır.
Medyanın en sık kullandığı argüman, kamuoyunun bilme hakkı olduğu, yalnızca olanı yazdıklarıdır. Aynı kamuoyunun bilme hakkı, saklanan, gizlenen haberler konusunda pek akla getirilmemiş görünmektedir. Örneğin darbe hazırlıkları ne 28 Şubat’ta ne de daha sonraki süreçte aynı gazetecilerce bilindiği halde haber yapılmaya değer bulunmamıştır.
Kaldı ki bugün de tersten benzer operasyonların yürütülüp yürütülmediğini, medyanın yine bir kısmının yeni güç odaklarınca kullanılıp kullanılmadığı, bir kısmının da bugünün suçlarına bilerek, isteyerek ortak olup olmadıkları da tartışmalıdır.
O nedenle medya açısından yapılması gereken, kör kutuplaşmalar içinden birbirine karşı cadı avları düzenlemek değil, meslek erbabı olarak kendi aralarında meslek ahlakını ve standartlarını tartışmak ve geliştirmektir. Suç ve suça iştirak yargının işidir sonuçta. Mesleki ahlakın ve kalitenin geliştirilmesi ise medyanın kendi işi olmalıdır.
Mahkeme kararlarına ihtiyaç duymadan toplumun medyaya bakışı tüm meslek erbabınca bilinmektedir. Her on okurun sekizi okuduğu, her on izleyicinin yedisi izlediği habere inanmıyorsa, sorun hangi yanda olduklarından daha çok mesleki nitelikleri ve yaptıkları işin kalitesi olsa gerekir.
Hiç kuşku yok ki yapanlar, ne yaptıklarını bilerek yapmışlar ve halen yapmaktadırlar. Sorun toplumun onların ne yaptığını bilmediklerini sanmalarındadır.