“Çözümsüzlüğe inanç sorunun bizzat kendisi” – Star Gazetesi Fadime Özkan Röportajı

Toplumun nabzını sık sık tutan KONDA’nın yöneticisi Bekir Ağırdır Mardin olayını yorumladı

Ağırdır: Ülkenin aydınları Güneydoğu’daki çaresizliğin ve yoksulluğun farkında değil. Yaşananları Yeşilçam filmleri sanıyorlar. Sorunun çözümleneceğine olan inanç zayıflıyor.

Mardin’de yaşanan katliam hepimizin suratında bir tokat gibi patladı. Korucu sıfatıyla, devlet eliyle silahlandırılmış akrabalarının kurşunlarına hedef olan 44 kişi -kırk dört insan!- başımızı çevirip görmezden geldiğimiz sorunların bir sonucu olarak öldü. Olay öyle girift ki hep yaptığımız gibi, sebep şu deyip kestirip atamıyoruz. Toplumun nabzını tutan araştırmalar yapan ve ‘Kürtler’ raporu yayınlayan KONDA’nın yöneticisi Bekir Ağırdır, ‘bu bir alarm’ diyor:

Bireysel cinnet kolay anlaşılır: ‘Biri eşiği aştı’. Burada bir grup aştı. Ve toplum o eşiği aşmak üzere. İmdat! İstanbul’da her an, şeriat geliyor diye korkan biri Kuran kursunu ya da ‘orospu mu oldular’ diyen biri kızlar toplantısını basabilir.

Bu sorun tek taraflı değil. O yüzden Erdoğan’ın da Baykal’ın da artık ötekine değil kendi tabanına ‘Yahu ötekiler o kadar da kötü değil, düşman değil’ demesi lazım. Yoksa ötekileştirici dil bizi mahvedecek.

Herhangi bir meselede insanların yüzleri, yürekleri yokmuş gibi davranıyoruz. Burada da durmadan 44 ölü diyoruz. Halbuki ölen o insanların ve annesiz babasız kalan o 70 çocuğun yüzü gözleri hep aklımızda olmalı.

Muhafazakárlık artmıyor. Değişen şu: Köyden göçenler kentte sıkıştıkça referanslar gelenekten dine dönüyor. Mutlak kutsal alana girdiğinde kuralları nasıl tartışacaksınız?

Ne töre, ne terör, ne koruculuk, ne bozulan sosyal doku hiçbiri Mardin’in Bilge köyünde yaşananları anlamamıza tek başına yardımcı olmuyor. Nereden başlamalı?

Aslında bu tespitle çok doğru bir yerden başlıyorsunuz. Günümüzde hiçbir şeyi basit neden sonuç ilişkilerine bağlamamız imkánsız. Feodal ya da sanayi sonrası sosyolojisiyle açıklanabilir bir şey değil bu. Daha karmaşık mekanizmalar çalışıyor, karmaşık unsurlar eksenler var. Olay Doğuda olduğu için feodalite gibi ezberlerimiz var ama yarın İstanbul’un bir varoşunda benzer bir şey olursa şaşmayalım.

Şaşırmadınız mı siz Mardin’deki olaya?

Şaşırmadım. Gündelik hayatın içinde şiddet bekliyorum evet, çok da korkuyorum bundan. Mardin’de yaşanan olay bir alarm çanı.

Kent ya da kırsal, bir sosyal patlama aşamasında olduğumuzu mu söylüyorsunuz?

Trafikte yaşananlara bakın, şiddete ne kadar yatkın hale geldiğimizi görürsünüz ya da internet sitelerindeki manevi şiddete bakın. Şimdi 44 ölü var diye fark ettik bunu ama her gün 5, 6 farklı olayda bu kadar insan ölüyor zaten. Daha dün otobüste bir delikanlı, horluyor diye yanındakinin boğazını kesmiş.

HAYATIN RİTMİ VE ENDİŞE ARTTI

Biz bu noktaya nasıl geldik?

Pek çok boyutu var. Biri toplumsal şiddet ve şiddete yatkınlık. Bir diğeri, gündelik hayatın ritmi çok hızlandı. Bunun sonuçlarından biri endişe. Bu kadar hızlı akan bir hayatta, eğitim sağlık sosyal güvence gibi birey olmanızı sağlayacak donanımlarınız eksikse yarının getireceklerinden korkmaya başlıyorsunuz. Sanayi toplumlarının hepsinde gündelik hayatta endişe ve korku artık bir temel veri. Korku, bizim gibi kutuplaşmanın sert olduğu toplumlarda şiddete doğru bir öfke üretir.

Ya bölgenin şartlarında?

Kürt sorunu da üçüncü boyut. Korucuların 57 bin olduğu söyleniyor. Oradaki askerler de muhtemelen o kadar. Devlet kendi fonksiyonunu yerine getirememiş, sivilleri buna ortak ediyor. Ağaç dikmek okul yapmak için değil, silahlı çatışma için silah veriyor, cephane veriyor. Ve feodal ilişkiler hala geçerli. Eğitim oranları çok düşük. Bu insanların çatışma dışı zamanlarda o güçle, edindiği fütursuzlukla neler yapabileceğini, ölümle burun buruna gelmenin ruhta yaratacağı tahribatı bilmiyoruz, şimdi öğrendik.

Bölgede koruculuğu kabul eden ailelerin diğer ailelerce ya da korucu köylerin komşu köylerce dışlandığı da bilinen bir gerçek.

Çünkü koruculuğu kabul eden aile ‘Kürt sorununda devletin yanındayım’ demiş oluyor. Bu insanlar silahlı çatışmaların ortasında, bir kısmı korucu bir kısmı PKK taraftarı olarak. Bunun gündelik hayata yansıyacağı da açık. Hata büyük: Kürt sorununu terör sorununa rehin ettik. Ve teröre karşı üretilen çareler hayatın tüm dinamiklerini etkiler hale geldi.

KÜRT SORUNU TERÖRE REHİN

1984 Eruh baskından sonra 85’te terörle mücadele için devlet para-militer gruplar oluşturdu. Korucular güç ve silah kullanma meşruiyeti, ekonomik güç kazandı, komşularından farklılaştı. Devlet sivilleri silahlandırırken koruculuğun sosyal dokuyu bozacağını, hukuksuzluklara yol açacağını, tamirinin de hiç kolay olmayacağını hesap etmemiş olabilir mi?

Hesap gerekmiyordu çünkü devlet bu politikayı yüz yıldır sürdürüyordu. Kürtlerin yoğun olduğu bölgede devlete yakın ağalarla şeyhlerle ittifak yaptı. Sorunu onların üzerinden hep yok sayabildi. Önceden teşvik veya vekillik veriyordu, 85’te bir de silah vermiş oldu. Bunu doğal akışın bir parçası gördü. Ama asıl sorun oradaki yapıyı var eden koşulları sürdürmesi. Koruculuk, Kürt sorununun parçası, terörün değil. Terörle mücadelenin yöntemi belli. Bir yanlış yok. Yanlış olan Kürt sorununu teröre rehin etmemiz. Kürt sorunu PKK ile var değil PKK’dan sonra da yok olacak değil. Sorun daha genel.

Nedir o genel sorun?

Toplumsal modernizasyon. Ulus devlet ve cinsiyet dahil bütün farklılıkların unutacağı, tek tip vatandaşlık modeli 20’lerin 30’ların dünyasında geçerliydi artık değil. 2. dünya savaşından sonra dünya değişirken biz kendimizi buna uyduramadık. Mecburi vatandaşlığı gönüllü vatandaşlığa çeviremedik. Tek tip vatandaşlık kılık kıyafetinizden sofra adabınıza kadar her şeyi tanımlıyordu. Halbuki bugün bunu dayatamazsınız. Kültürel kimlikler, aidiyetler, bu karmaşık dünyada kendi başına bir realite. Yönetim modelimiz de bugünkü dünyanın ihtiyaçlarını karşılamıyor. Yerel yönetimleri baştan aşağıya yeniden kurgulanmak lazım. Bu bir ihtiyaç, bunu siyasetçiler de entelektüeller de görüyor ama…

Görmezden gelme sebebi nedir sizce?

Nötr bir örnek: Rize’de çay var, Konya’da buğday. Konya’daki ziraat mühendisi buğdayı Rize’deki çayı bilmeli. Ankara bu realiteyi yok sayıyor tek tip ziraat mühendislerini ülkenin her yerine yolluyor. Sorun şu: Rize ve Konya’ya bu yetkiyi verdiğiniz anda Diyarbakır’a da vermiş olacaksınız. Bu yapılandırmayla Diyarbakır bağımsız mı olacak, Kürt belediye başkanının yetkisini artırmış mı olacağız, kaygısı, reel bir sorunda çözüm üretmemize engel oluyor.

ASIL MESELEMİZ KADIN

Sosyal modernizasyon açısından Mardin olayına baktığımızda 1) Töre sürüyor 2) Cumhuriyetle yaşıt modernleşme projesine rağmen olaydaki tek ‘modern’ araç kaleşnikof! Yanlış modernizasyon da var sorunda…

Doğru: Görücü usulüyle evlendirildim, diyenlerin sayısı yüzde 60. Rızam dışında evlendirildim diyen yüzde 7, bölgede yüzde 14. Tüm ükede yüzde 57 kadın kolsuz giyemiyor. Sokağa çıkmak için yüzde 40, çalışmak izin yüzde 60 kocasından izin almak zorunda. Yüzde 16 kadın okul yüzü görmemiş. Yüzde 45 kadın eşi döverse, yüzde 40 kadın mesaisi ödenmezse, bir şey yapmam hayat böyle, diyor. Yani asıl meselemiz kadın. Kürt sorununu teröre rehin etmek gibi kadın sorununu da türbana rehin etmeden konuşabilirsek daha kolay mesafe alırız.

Çözüm için medyanın rolü ne olabilir?

Haklarınızı nereden öğrenirsiniz, sorusuna okul ve kitap diyenler yüzde 10’dan az. Yüzde 69’u medya diyor. Aydınların aşağıladığı kadın programların aslında önemli bir işlevi var.

Trafikteki araçların beşte biri silahlı

Bizde şiddet olayları bireyseldir, adam cinnet anında eşini öldürür, anlıktır. Batıda kurgulu hesaplıdır çoklukla. Mardin’de ise kolektif, planlı, organize… Toplumsal patalojimiz mi bozuluyor?

Bakın: İşsizlerimiz, yüzde 14 Kürt yurttaşımız, hiçbir donanımı olmadığı için iş bulamayıp ev kadınlığına mahkûm yüzde 80 kadınımız kendini çaresiz hissediyor. Bu çaresizlik ve öfke giderek şiddete dönüşür. Üstelik de silah kullanmanın, bulundurmanın bu kadar kolay ve rahat olduğu bir ülkede. Şu anda rakamlar doğruysa 600 binin üzerinde silah ruhsatı var. Umut vakfının rakamları doğruysa trafikteki araçların yüzde 20’sinin torpido gözünde silah var.

Her an birbirine doğrultabilirler!

Evet, o yüzden Mardin’deki olayın bunu konuşmaya vesile olmasını sağlayalım. Lise mezunlarının değerlerindeki karakteristiklikler sıfır eğitimlilerinkine çok benziyor. Eğitim sistemimiz çok problemli. Hele bir de kadınsanız, yakınıznızdan başlayarak ayrımcılık ve aşağılanma yaşıyorsanız nasıl umutlu olabilirsiniz ki? Mardin’de en kahrolduğum şey çocukların gözündeki kabullenmişlik. Yağmurun yağması ya da yıldırımın düşmesi gibi.

Birbirimizi kabul etmek zorundayız

Koruculuk sistemi nihayet tartışılıyor ama tasfiyesi de başka sorunlar çıkaracak. İşsizlik, silah sayesinde edinilen gücün kaybı başka sorunlar doğuracak. Şiddetle yaşamanın ruhsal tahribatı da var… Bölge nasıl normalleşecek?

‘Çatışma sonrası toplumlarda barış ortamı nasıl yaratılır’ı dünyada ilk kez biz yaşamayacağız. Güney Afrika, İspanya, Arjantin, Balkan ülkeleri bu sorunlar yaşadı, aştı. Bunun yolu siyasetten geçiyor. Şunu hepimiz kabul edelim: Yarın sabah hepimiz aynı kadere uyanacağız bu ülkede. Bu bir süreç; birbirimizi anlamak, kutsallarına saygılı olmak, birbirimizin varlığını kabul etmek, olumlu dille konuşmak gibi ön kabulleri var. Biz hem ön kabulleri tartışıyor hem çözümü başkasından bekliyoruz. Oysa sorun ortak.

Bursa ile Mardin’in farkı bire otuz

Mardin olayında tüm dünya gibi Türkiye de büyük şok yaşadı. Kendi gerçeklerimizi mi yeterince bilmiyoruz?

Bölgedeki gerçek yoksulluğu bilmiyoruz. Bir batı şehriyle, o şehrin köyü arasındaki ekonomik veri farkı 1’e 11. Bursa’nın bir köyüyle Diyarbakır ya da Mardin’in bir köyü arasındaki fark ise 1’e 30! Ülkenin aydınları oradaki çaresizliğin ve yoksulluğun ne kadar derin olduğunun farkında değil. Kadın ve kız çocuklarının çaresizliğinin de. Bu Yeşilçam filmlerinde kaldı sanıyoruz. Daha da önemlisi şu: Çözümsüzlüğe inanç bizatihi sorunun nedeni haline gelebilir. Gelmiştir de.

Siyaset topyekun yenilenmeli…

70 ile 80 arası hükümetlerin ortalama ömrü 10 buçuk ay. 83’ten 2002’ye 6 yıllık ANAP hükümeti de dahil hükümetlerin ömrü bir yıl 4 ay. Dünyanın çağ değiştirdiği bir 30 yılda siyaseten yönetilememiş bir ülke Türkiye. Bu 30 yılda insanlar çaresiz mi oturdu, hayır. Bakın: Yüzde 20’ye yakın insan, yarın sabah bulunduğu yerden taşınmak istiyor. Yüzde 45, çocuğu başka yerde yaşasın istiyor. Bu bile insanların kaderci olmadığını gösterir. Göçüyor ama geldiği yerde düzen, sistem toplumsal mekanizma yok. O zaman da kendi değerlerine büzülüyor ve onu dışlayanlar ona düşman geliyor, öfke büyütüyor. Bir yerde patlar o öfke.

Varoşlar hergün öfke büyütüyor

Törede kadın ve çocuğa, ibadet edene dokunulmaz. Görülüyor ki sosyal doku gibi töre de bozulmuş, değerlerde kayma olmuş. İşe nereden başlamalı?

12 milyon insan varoşlarda yaşıyor. Metropollerin göbeğindeki mahallelerde değerler, köylerdekiyle aynı. Kürt sorunu, sosyal güvenlik, eğitim sorunu gibi reel politiğin çözüm üretemediği sorunlar sürdükçe, insanların daha iyi bir hayata kavuşmak için göç etmeleri de yetmiyor.

Varoşların kırsaldan farkı ne?

Varoşlardakiler en çok korkanlar, en umutsuzlar. Mardin’in bir köyündeki aile göç etmiş İstanbul’a gelmiş ama burada eğitimi yok, kılığı kıyafeti uygun değil, yemek yeme adabı modernleşme tanımımıza uymuyor diye, onu dışlayan bir yapı var. Akmerkez’in ya da Kanyon’un beş yüz metre arkasındaki varoşlardaki kız dışlandığı için Mardin’deki kızdan farklı olarak öfke büyütüyor.

Görüyor çünkü, ama ulaşamıyor.

Neyi kaybettiğini, ulaşamadığının ne olduğunu biliyor. Siyaset de reel sorunlara çözüm üretemediği için insanlar yeniden umutsuzluk ve öfke çoğaltıyor. Yaşadığımız kutuplaşma sanıldığı gibi sadece partilerle sınırlı değil. Kutuplaşma üç boyutlu.

Üçüncü kutup nedir?

Kürtler. Bir tarafta samimi olarak hayat tarzının tehdit altında olduğunu hissedenler, bir tarafta samimiyetle değişim talep eden, statükonun buna engel olduğunu düşünenler var. Üçüncü tarafta Kürtler var ve var olmak istiyorlar. Üç taraflı kutuplaşmada ittifaklar da değişken. AB konusunda, değişim isteyenlerle Kürtler yan yana geliyor, Kürt sorununda değişim isteyenlerle hayat tarzını tehdit altında hissedenler Kürtleri yok sayabiliyor. Bu kutuplaşma bizi mahvedecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.