Önümüzde uzun ve kritik bir süreç var. Herkes şiddetin ve çatışmaların sona ermesi üzerinden tartışıyorsa da asıl hedef barışı inşa edebilmek. Barış ise yalnızca siyasi aktörlerin anlaşmalarından ibaret değil. Gerçek barış süreci bir yandan devletin yeniden yapılandırılarak demokratikleşmesi öte yandan da önce toplumsal mutabakat ve giderek toplumun dönüşmesi ve demokratikleşmesi.
Toplumun demokratikleşmesinde direnç üretecek alanlardan birisi maddi ve manevi şiddeti yaygınlaştıran ve meşrulaştıran zihin haritaları.
Toplumsal hayat uzlaşma kültüründen değil çatışma kültüründen besleniyor. Çatışma kültürünü yaratan toplumsal ve siyasal süreçler var kuşkusuz ve bunların bir kısmına 21 Mart’taki yazımda değinmiştim.
“Son otuz, kırk yıldır hızlanan ama belki de yüz yıldır süren devlet eliyle yürütülen tek tipli vatandaş ve tek biçimli batılaşma süreci yalnızca devlet ile vatandaş arasında gerilim üretmedi. Model kendi müridini, kimliğini de üretti bir yandan. Öte yandan modelin ötekilerinin, muhaliflerinin, mağdurlarının her hak talebi modelin makbullerinin de direnciyle karşılaştı.
İster göçle gelen yeni kentliler ister Kürtler veya dindarlar ve diğerleri dirençle karşılaştıkça siyasallaştılar. Mağdurlar, kültürel kimlikler siyasallaştıkça mesele devlet ile vatandaş arasındaki gerilimden toplumun iç gerilimine evrildi. Bir yandan artan toplumsal gerilim öte yandan hızlanan gündelik hayatın ritminin ürettiği endişe, korku, ötekileştirme duyguları bir çatışma kültürü oluşturdu.”
Gündelik ve bireysel hayatlarda şiddet
Biz şiddeti siyasette ve medyada terör ve devlet şiddeti üzerinden konuşuyoruz. Öte yandan bireysel hayatlarımızda da şiddete kaynaklık eden, bireyleri şiddete meyilli hale getiren şeyler var. Şiddetten kaçınma güdüsüyle işyerlerinde ve evlerde bina güvenliğinden bilgisayarlarımızda koruma yazılımlarına kadar bir dizi uygulama doğal hale geldi.
Şiddetin doğal ve meşru görüldüğü ilk alan aile. Aile içi şiddeti kadına şiddet üzerinden konuşuyor olsak da daha yaygın olanı aile içinde çocuğa şiddet.
TUİK verilerine göre azarlamaktan başlayarak, odaya kapatmaya ve dövmeye kadar giden bir dizi maddi ve manevi şiddet uygulaması ortalama her beş ailenin birisinde sık başvurulan yöntemler.
“KONDA İnsan Hakları Algısı ve Farkındalığı Araştırmasının” en önemli bulgusu toplumdaki insan hakları konusundaki kilit taşı konulardan birisinin çocuk hakları meselesi olduğu idi. Ailelerin neredeyse tamamına yakınında ne zihniyet ne bilinç ve farkındalık olarak çocuk haklarından bahsetmek mümkün değil.
Çocuklara ve kadına şiddeti meşrulaştıran bir dizi geleneksel ve dini referans, ahlaki ve kültürel kodlar var. Bu referansları ve kodlar oldukça diri ve hatta bazıları yeniden üretiliyor.
Gündelik hayatta ve bireysel hayatlarda var olan şiddet ağırlıklı olarak aşağılamadan küfre ve nefret diline kadar giden manevi şiddet. Manevi ve maddi şiddeti gündelik hayatta yaygınlaştıran ve meşrulaştıran zihin haritası çoğunlukla sorunlar karşısındaki çaresizlik duygusundan ve sorunlarla baş edememe halinden besleniyor.
Bir başka duygu hali yeni gündelik hayatın hızı ve karmaşıklığı karşısında geleneksel aidiyet ve dayanışma duygu ve hallerinin aşınmasında, yeni rollere ve kimliklere sığamamaktan ortaya çıkıyor.
Benzer bir dizi daha sade, gündelik ve bireysel hayatlardan maddi ve manevi şiddeti meşrulaştıran durum sayabiliriz. Asıl sorun gündelik hayattaki bu şiddete meyilli olma halinin bir yandan sorun çözme yöntemi olarak güç kullanımı alışkanlıklarının çoğalmasıyla başlıyor. Bu çoğalmaya bireysel silahlanmanın yasalar marifetiyle kolaylaşması enerji sağlıyor.
Şiddetin normalleşmesinde medya ve siyaset
Bir yandan medya öte yandan siyaset gündelik ve bireysel hayatlarımızdaki şiddeti normalleştirme ve meşrulaştırma eğilimini hem çoğaltıyor ve hem de siyasallaştırıyor.
Medya gerçek yerine sansasyonel haberlere ve haber diline yöneliyor. Nefret dili ve suçları medya üzerinden yaygınlaşıyor. Bilinmeyeni, tanınmayanı ötekileştirme ve düşmanlaştırma medya üzerinden yeniden üretiliyor ve çoğaltılıyor. Terörist ve bölücü Kürt algısı, irticacı ve Cumhuriyete düşman dindar algısı, dine düşman ve ahlaksız solcu algısı her gün yeniden medya üzerinden şekilleniyor.
Siyaset bireysel endişeleri ve şiddeti korku politikalarına çeviriyor.
Bu şiddetin normalleşmesinin, toplumsallaşmasının ve siyasallaşmasının kültürel, siyasal ve toplumsal kutuplaşmalarla, lümpenleşmeyle birleştiğinde daha da yakıcı bir sorun potansiyeli taşıdığını tahmin etmek zor değil. Bu olasılık da barışı inşa etme sürecinin toplumsal zeminde en önemli sorun alanlarından birisini oluşturuyor.