Son günlerde üç anket yayınlandı ve bildik tartışma tekrarlandı. Bu toprakların insanlarının diğerlerine güveni oldukça düşük, farklı olana hoşgörü düşük, hukukun üstünlüğüne inanç düşük.
Farklı anketlerde üç puan aşağıda beş puan yukarıda farklı oranlarda olsa da bu bulgular doğru.
Ama neden? Bu toprakların insanlarını bir İsveçliden, Norveçliden bu denli farklı yapan ne? Genleri, kanı mı farklı yoksa yüzlerce yıldır yaşadıkları, öğrendikleri mi?
Bu türden saptamaları ve meseleleri genellikle siyasetten bakarak konuşuyor kamuoyu. Siyasete göre hizalanarak toplumu anlamak veya yargılayıp, mahkum etmek ne derece doğru?
Son otuz yılın olan bitenlerini yalnızca siyasetten okumak, anlamak yeterli mi? Ya da Cumhuriyet dahil bu toprakların şimdiye kadar ki güç ve iktidar sahiplerinin kurduğu hukuk ve eğitim sistemlerinin, bugün eleştirilen bu durumdaki payını dikkate almadan toplumu suçlamak doğru mu?
Ne akademik camia, ne siyaset, ne de medya ve aydınlar, toplumun ve gündelik hayatın içinde olup bitenleri çok da merak etmiyor. Hemen her gazetenin toplum ve yaşam başlıklı sayfalarına bakın, üçüncü sayfa olarak da kodlanan o sayfalarda, saçma sapan cinayet, hırsızlık, ahlaksızlık haberleri var. Toplum ve yaşam sayfalarındaki haberlerin seçimi bile toplum denince o medya mutfaklarında çalışanların ne anladığını gösteriyor.
Öte yandan, bu toplum huzur deyince ne anlar, ortak üzüntü ya da sevinç alanları nelerdir, üzüntüler ve sevinçler nasıl yaşanır, sorunlarla baş etme yolları nedir gibi meseleler çeviri birkaç makale dışında kimsenin ilgisini çekmez.
Siyasetten bakarak, siyasi tercihleri yargılanarak 75 milyonluk bir kitle tek ve spekülatif bir kavramla anlaşılmaya çalışılır. Ne aralarındaki farklılıklar ne de benzerlikler üzerine kafa yorulmadan toptancı tanımlamalar havada uçuşur.
Başlıktaki cümle Ahmet Altan’ın dünkü yazısından. Ahmet Altan “kâinat ve tanrı” başlıklı yazısında kâinatın oluşumunu tartışırken madde ile enerjiye dayanan basit formülün milyarlarca kez tekrarlanarak kâinatın ve yaşamın oluştuğunu yazıyordu. Ardından da ekliyordu, “koca kâinatı açıklayan formül tek bir insanı bile açıklamaya yetmiyor”.
Çünkü o formül, duyguları, umutları, beklentileri, hayalleri, hayal kırıklıklarını, üzüntüleri, kederleri, endişeleri, korkuları, öfkeleri içermiyor.
İnsanoğlunun içgüdüsel hayatta kalma arzusunu, daha iyiye ulaşma dürtüsünü, var olma, huzur arama, güvende hissetme arzularını da içermiyor.
Bugün biliyoruz ki bilinçli muhakemelerle vardığımız kararlar, tercihler, davranışlarımızın yüzde onunu oluşturuyor. Gündelik hayatta, her gün binlerce minik karar ve tercihimizin yüzde doksanı ise bilinçaltında oluşuyor. Bilinçaltı denilen ise yaşadıklarımız ve duygularımız.
Bugün, bu ülkede iktidarda olanların da muhalefet de olanların da ortak noktası, bu topluma, bu toprakların her bir insanına kıyasla kendilerinin her şeyi daha iyi bildikleri sanısı. İktidarı da muhalefeti de o toplumun ne duygularını, ne içgüdüsel dürtülerini, ne taleplerini, ne hayallerini anlıyor.
Onlar adına her şeyi bildiğini sananlar, onlar adına, onlara rağmen kararlar alıyorlar, hayat kurduklarını sanıyorlar. Dün de bugün de bu toplum kendi adına kendine rağmen alınan her kararı, fırsatını bulduğu gün geçersiz kıldı. Yarın da öyle yapacak, hiç kuşkunuz olmasın.
Bütün kâinat neticede tek bir formüldü. Ve o formülün tekrarından ibaretti. Bütün bir toplumu anlamanın formülü de çok basit aslında. İnsana, topluma güvenerek onu anlamaya çalışmak, ihtiyaçlarını, taleplerini, beklentilerini.