16 Mayıs 2011; 14:20
“12 Haziran’da MHP direğe vuracak. Direkten içeriye mi düşer, dışarıya mı belli değil. Oyu 9.5 da olabilir, yüzde 10.5 da. Ama MHP’nin oyu yüzde 15 değil. MHP’nin baraj riski altı aydır var”
“MHP’de bir grup, “niye milliyetçilik, devletin demokratikleşmesine karşı olsun? Milliyetçiliği yeniden tanımlamalıyız. Eski Türkçü milliyetçi yorumla Kürt yurttaşlarıı ne yapacağız” diyor”
“300 trilyonluk kampanyalarla liderlerden seçmene, Makarna reklamı yapar gibi direkt pazarlama yapılıyor. Seçmen uzaydan boşluğa fırlatılmış gibi Sanki bunlar Alevi, Kürt değil, toplu sorunları yok”
NEDEN BEKİR AĞIRDIR?
Kamuoyu araştırma şirketlerinin siyasi partilerin oy oranlarıyla ilgili neredeyse tıpa tıp sonuçlar çıkardığı tuhaf bir seçim döneminden geçiyoruz. Bu seçimde kimin iktidar olacağı, hükümeti kimin kuracağı belli. Bu yüzden de 12 Haziran genel seçiminin tek heyecanı MHP. Barajı geçecek mi geçmeyecek mi, bir tek onun durumu tehlikeli. Aslında bu seçim, siyasi partilerin birbiriyle yarışmasından çok kendi iç yarışlarının yaşandığı bir süreç. Nitekim 12 Haziran’dan sonra CHP’nin de, MHP’nin de içi epeyce karışacak, muhalif gruplar birbiriyle çatışacak. Bekir Ağırdır’ın da söylediği gibi, s bu seçimin arkasından partiler için kavgalı kurultaylar, kongreler dönemi başlayacak. Zaten bu çatışmanın işaretleri, MHP için şimdiden kasetlerle geldi bile. Biz de yaptığı kamuoyu yoklamalarıyla siyaseti, seçmeni ve Türkiye toplumunu çok yakından izleyen Konda’nın Genel Müdürü yılların araştırmacısı Bekir Ağırdır’a MHP’yle ilgili ardı ardına ortaya çıkan gayrimeşru kasetlerin milliyetçi seçmenin tercihini nasıl etkilediğini, MHP’nin içinde neler yaşandığını, AKP’nin milliyetçi söyleminin MHP tabanını nasıl etkilediğini, MHP’nin bu seçimdeki bıçak sırtı durumunu, Türkiye’deki siyasi ahlakı, Başbakan’ın kasetlerle ilgili ahlak ve özel hayat tarifinin neye tekabül ettiğini, böyle bir ahlak ve özel hayat yaklaşımının Türkiye’yi ileriye taşıyıp taşıyamayacağını, Türkiye toplumunun ahlak tanımını, toplumdaki muhafazakarlığı ve bu muhafazakarlığın kökenlerini, siyasetteki karşılığını, AKP’nin geliştirdiği muhafazakârlıkla evrensel insan haklarının çatışıp çatışmayacağını, siyasi partilerin şu andaki oy durumlarını, bu oy dağılımının seçimlere kadar değişip değişmeyeceğini sorduk ve muhteşem tespitler içeren çok çarpıcı cevaplar aldık.
Neşe Düzel
MHP’yle ilgili kasetler ardı ardına ortaya çıkıyor. Bu kasetler seçmenlerin tercihini etkiliyor mu?
Az etkiliyor. Yani bu kasetler, MHP’nin oyunu yarıya düşürür ya da artırır gibi bir durum yok ortada. Ayrıca MHP’nin “baraj riski” meselesi bu kasetlerden çok önceden beri, altı aydır var.
MHP baraj altında kalabilir mi? MHP’nin yüzde 10 seçim barajını geçememe riski büyük mü?
MHP direğe vuracak bir kere. Direkten içeriye mi düşer, dışarıya mı düşer belli değil. Oyu 9.5 da olabilir, yüzde 10.5 da olabilir. Ama MHP’nin oyu yüzde 15 değil.
Devlet Bahçeli’nin MHP’nin üst yönetiminde bulunan yakın çevresiyle ilgili kasetler eğer MHP’nin oyunu çok etkilemiyorsa, bu kasetler neyi etkiliyor? MHP’nin içini mi etkiliyor?
Kim yayınlamış olursa olsun, Ülkücü kadrolar arasındaki gerilimi artıracak bu kasetler. MHP içindeki çatlak büyüyecek. MHP, barajı geçse de geçmese de, seçimden sonra bu işin bir kurultay kavgasına dönüşeceği çok açık. O kurultay kavgası, sadece bir kadro değişikliği mi getirecek yoksa milliyetçiliğin yeni yorumunu da kapsayıp MHP’deki bir ideolojik tartışmayı mı sonuçlandıracak, henüz belli değil. Kamuoyu, sadece CHP’nin yenilenmesiyle meşgul ama aynı tartışma birkaç yıldır MHP’nin içinde de var.
MHP içindeki tartışma nedir?
Birkaç yıldır, MHP’nin Ülkücü kadrolarında MHP’nin milliyetçiliğiyle ilgili bir gerilim yaşanıyor. Bu gerilim, 12 Eylül Anayasa Referandumu’nda üst noktaya vardı ve referandumda “hayır” denmesi MHP için kırılma noktası oldu. Birinci grubu eski, dar milliyetçiler, ikinci grubu da MHP’nin milliyetçilik yorumunun yenilenmesini isteyenler oluşturuyor. Nitekim bu tartışma yüzünden, akademisyen Vedat Bilgin, Ankara Belediye başkan adayı Mansur Yavaş gibi isimler seçim sürecinden önce MHP’den ayrıldılar.
Bu grup ne istiyor?
Bu grup, “Niçin milliyetçilik, devletin demokratikleşmesine karşı olsun? Bu ülkenin Kürt meselesi diye bir problemi var. Biz yola, eski, dar, Türkçü milliyetçi yorumla devam edeceksek, o zaman bu kadar Kürt yurttaşı ne yapacağız? Onlara ne cevap üreteceğiz? MHP’nin milliyetçiliği yeniden yorumlaması lazım” diyorlar. Milliyetçiliğin demokratikleşmesidir bu. Bu bakımdan son kaset olayları, Ülkücü kadrolardaki gerilimi, çatlağı büyütür.
Peki seçmen ne diyor? Seçmen, bu kasetleri özel hayata saldırı olarak mı görüyor yoksa gizli çekim yapılmasını doğal mı karşılıyor?
Doğal karşılamıyorlardır. Çünkü biz, araştırmalarımızda internet yararlı mı, zararlı mı diye sorduğumuzda, yararlı diyenle zararlı diyen neredeyse eşit oranda çıkıyor. Bizim entelektüeller, Türkiye’deki ahlak talebini ıskalıyorlar. Oysa ahlak talebi, bu ülkede ciddi bir meseledir ve bu talep, sadece toplumun muhafazakarlığından ötürü de değildir.
Ahlak talebinin nedeni nedir?
Bakın… Bu ülkede insanların dörtte biri hukuka güvenmiyor. Yine insanların dörtte biri, ülkenin sorunlarının siyaset yoluyla çözüleceğine inanmıyor. “Böyle gelmiş, böyle gider” diyor. Bu ülkede insanların dörtte biri üniversite eğitimine ve sınavına güvenmiyor. Demem şu ki, toplumun dörtte birinin, bu ülkede var olan toplumsal yapılarla, hukukla ve siyasetle sorunu var. Eğer ortada hukuk yoksa, toplumsal dayanışma yapıları, düzenleri yoksa, içine düşülen boşluğu düşünün…
O zaman toplum ne yapıyor?
Hayatın dışında kalmamak için ahlaki referanslarla kendini bir yere bağlamaya çalışıyor. Örneğin, Sivas’ta bir vatandaş kızını İstanbul’a okumaya gönderecek. Eğer kızının kalabileceği sağlıklı, düzgün yurtlar, burs düzeni yoksa, hukuk da yoksa, o zaman kızını, ahlaki referansları öğretip üniversiteye göndermeye çalışıyor. Bunun için de kızını Kuran kursuna, İmam Hatip’e gönderiyor. Ya da “başı örtülsün, üniversiteye öyle gitsin” diyor. Biz araştırmalarımızda gördük. Türkiye’de Kuran kursu talebi, büyük oranda din öğrenme talebi değildir. Kuran kursu talebi, çocukların korunması, ahlaki referansları edinmesi talebidir. Mesela bir, iki araştırmada tekrarladığımız bir sorumuz var. Yaz tatilinde bütün kurslar ücretsiz olsa, hangisine gönderirsiniz diye… Kız ve erkek çocuk için de birinci tercih yabancı dil kursu çıkıyor. Kuran kursu ikinci sırada geliyor.
Niye?
Çünkü ailenin, yabancı dil kursuyla ilgili bir umudu var. Çocuğu yabancı dil bilirse, iş bulur ümidi var. Bizim toplumda sosyal hareketlilik, refaha ulaşma hareketi kişinin kendi imkanları ve emeği üzerinden tasarlandığı bir şey değil. Çünkü mesleği, eğitimi yok. Birey, daha iyi yaşama kavuşma, sınıf atlama, toprak damlı sobalı evden kaloriferli kiremitli eve ulaşma hayalini “ahlaklı” bir çocuk üzerinden kuruyor. Çocuğunu, ahlaklı ve geleneklerine bağlı bir şekilde okutmaya çalışıyor. Çünkü çocuk, ahlaklı ve geleneklerine bağlı olursa, ailesini de beraberinde alıp kendisiyle birlikte daha iyi bir hayatın içine taşıyacak. Dolayısıyla bizim araştırmalarda Türkiye toplumunun en önemli korkusu…
Ne çıkıyor?
En büyük korkusu, oğlunun ve kızının istediği eğitimi alamaması çıkıyor. Bütün bunları dikkate aldığınızda, özel hayatların kasetlerle ortalığa saçılması, bu insanları rahatsız eder. Türkiye’de seçmenin her zaman bir ahlak talebi vardır. Zaten seçmenin AK Parti tercihi de sadece dindarlık meselesi değildir. İnsanların kendi değerlerine sahip çıkarak bir sınıf atlama ve değişim talebidir bu.
MHP seçmeni kimdir?
MHP’nin oy tabanı tamamen Ülkücülerden oluşmuyor. MHP aynı zamanda geleneksel muhafazakârlık üzerine oturuyor, geleneksel muhafazakar hayat tarzından besleniyor. Mesela geleneksel ilişkilerinin geçerli olduğu Orta Anadolu kentlerinden, geleneksel kentlerdeki esnaftan, lise öğrencilerinden destek görüyor. Bu geleneksel muhafazakârlık, her şeyi Allahın emri üzerinden değerlendirmiyor. Referanslarını dinden değil de geleneklerden alan bir muhafazakârlık bu. Ama şimdi Türkiye’de nüfusun yüzde 45’i metropol dediğimiz 11 büyük yerleşim alanında yaşıyor.
Bu, siyasi açıdan nasıl bir sonuç yaratıyor?
MHP’nin sosyolojik tabanı değişti. İstanbul’da eskiden mesela Bayburtlular, Gümüşhaneliler, Nevşehirliler vb. belli semtlerde yoğunlaşmışlardı. Şimdi yeni gelen Gümüşhaneli’ye Ulus sırtlarında gecekondu arazisi yok. Bulduğu yere konabiliyor. Dolayısıyla bu metropollerde geleneksel ilişkiler artık çalışmıyor. Çalışmayınca da seçmenin aklı, fikri, düşünce sistematiği değişiyor. Geleneklerdeki bu çözülmeden MHP olumsuz etkileniyor. MHP’nin milliyetçiliğine yeni bir yorum yapması şart.
MHP seçmeni, geleneklerin yerine neyi koyuyor?
Hukuk eksikliğinden ötürü, dini koyuyor. Eğer hukuk, ülkedeki değişimin gerisinden geliyorsa, o zaman büyük sorunlar çıkıyor. Büyük kentlerde o güven boşluğunda insanlar en sağlam referans olarak dine ya da etnik kökene, kültürel kimliğe sarılıyorlar. İç göçün büyüklüğünü unutmayın. Bugün 50 milyon seçmenin 22-24 milyonu göç etmiş durumda.
Yani MHP’nin tabanı mı AKP’lileşiyor?
Bir parça evet. Zira Türkiye’de geleneksel muhafazakârlık, dindar muhafazakarlığa kayıyor. Bakın… Ben, ataya saygı diye babamın önünde sigara ve içki içmiyorum. Ataya saygı diye. Bu, geleneksel muhafazakârlıktır. Ama bunu, günah diye yapmaya başladığınız andan itibaren, bu dini muhafazakârlık olur. Günah diye yapmayanlar artıyor Türkiye’de. Aslında bu ülkede, muhafazakârlık yükselmiyor. Bu ülkede geleneksel muhafazakarlığın geleneklerden gelen referansları çözülüp, dini referanslara dönüşüyor.
Hayat İslamileşiyor mu bu durumda Türkiye’de?
Muhafazakar hayat tarzına sahip insanların referansları İslam oluyor. İslami hayat tarzı onlar için çoğalıyor. Yoksa toplumun üçte birini oluşturan modernler, İslami hayat tarzına yöneliyor değiller. Modern kitle bu gelişmeleri anlamaya çalışmıyor. Anlamaya çalışsa, “demokrasi, hukuk” der, sivil topluma sahip çıkar. Şu anda gidelim, bir sürü dernekte şeriat konusu, ulvi laiklik tartışması vardır. Oralarda kimse Kağıthane’de kaç çocuk aç, bunun derdinde değil. İşte osokaklardaki hayatın sonucunda Ak Parti geldi. Bu ülkede dindar muhafazakârlık, AK Parti var diye ortaya çıkmadı!
Niye çıktı?
1980’den beri iç göçle, kentleşmeyle, hukukun güvencesinin olmamasıyla ilerleyen bir süreç bu. İnsanlar, Gülbağ’da, Kağıthane’de vb. din, cami ve cemaat etrafında yeni bir ilişki ve dayanışma ağı örüyorlar. Dolayısıyla MHP’nin tabanı daralıyor. MHP kendine yeni bir taban ve siyaset tarif etmek zorunda.
Peki o zaman AKP, hangi mantıkla uzunca bir süredir MHP’ninkine benzer bir milliyetçi söylem kullanıyor ve MHP’lileşiyor?
O şoven dil Tayyip Bey’in dilinde değil sadece. Yüreğinde de aynı duygular var. Bütün Ak Parti tabanında aynı duygular var. Çoğu CHP tabanında da durum aynı. Bizim milliyetçilik araştırmamız var. Türkiye’de bütün partiler milliyetçi! Bu toplum milliyetçi! Milliyetçilik okullarla hepimizin beyinlerine sokuldu, ezberletildi. “Türkiye ve Türk için kurşun atan da yiyen de şereflidir” lafını sorduğunuzda, MHP’liler alkışlayacak, öteki partiler bu soruya hayır diyecek diye beklersiniz değil mi? Araştırmada, her partinin seçmeni aşağı yukarı aynı oranda bu lafa “doğru” dedi.
MHP’nin baraj altı kalması, AKP’ye mi CHP’ye mi yarar?
Her ikisine de yarar. MHP barajı geçer ve oy dağılımı örgüsü 2009 yerel seçimlerindeki gibi devam ederse, 45 milletvekili çıkarır. Bu seçimde de 44-48 milletvekili çıkardığını düşünelim. Baraj altında kalırsa bu milletvekillerinin tümü AK Parti’ye gitmeyecek ki. 45 milletvekilinin 20’sini CHP, 25’ini AK Parti alacak. Şunu da söyleyeyim. Başbakan’ın “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşların sorunları vardır” söylemi, sadece milliyetçilikten kaynaklanmıyor. Bu söylem, bilinçli bir stratejinin de sonucu aynı zamanda.
AKP’nin stratejisi ne?
Siyaset kişiselleşiyor. Artık AK Parti, örgüt ve örgütün ideolojisi yok. Bir tek lider var ve her şey lider figürü üzerinden yürüyor. Liderin karşılığı olarak da birey konumunda tek tek seçmenler bulunuyor. Artık Kürtler, Aleviler, gençler, iş adamları, işçiler, emekliler yok… “Senin hastane sorununu çözmedim mi? Çocuğuna burs vermedim mi? Eğitim meseleni halletmedim mi?” diyerek, tek tek bireyler etkilenmeye çalışılıyor.
Nasıl sonuç veriyor bu?
Dolayısıyla Kürtlerin ana dilde eğitim hakkı, kamu hizmetlerinde Kürtçenin kullanılması gibi grup haklarından hiç söz edilmiyor. Siz bu seçimde sokaklarda bir seçim hali görüyor musunuz? Liderlerden seçmene doğrudan bir pazarlama yapılıyor bu seçimlerde. Seçmenler uzaydan boşluğa fırlatılmış gibi. Sanki bunlar Alevi, Kürt, kadın, genç değil. Bunların toplu sorunları yok. Lider üzerinden de 100 trilyonluk, 300 trilyonluk reklam kampanyalarıyla, makarna reklamı yapar gibi kampanya götürüyor partiler. Son 15 gün göreceksiniz, telefon operatörlerinin reklam rekabetine dönecek iş. Çünkü bu devasa bütçeleri ancak böyle harcayabilirler.
Kaset olayına geri dönersek… Kasetlerin ele alınış biçimine bakarak Türkiye’deki siyasi ahlakı nasıl tarif etmek gerekir?
Çok kötü. Bizim siyasetçiler, ahlakla suçu birbirine karıştırıyor. Konuşmamız gereken ilk şey bu kasetleri çekmenin, yayınlamanın suç olduğudur. Bu işlerin rahatça yapılıyor olması ve siyasette bu işlerin meşrulaştırılması facia. Bütün bu tartışmalarda ahlak referansı ve tanımı hep kadın ve müstehcenlik üzerinden yapılıyor.
Başbakan, özel hayatın, ancak bir insanın eşiyle yaşadığı hayat olduğunu söyledi. Eşinden başkasıyla yaşanan her ilişkiyi genel olarak değerlendiriyor. Siz, bu tarifi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahlakı, kadın ve müstehcenliğin içine hapsetmek bu. İşini doğru yapıp yapmamak, yalan söylemeyip söylememek, çalıp çalmamak, hakkaniyetli iş yapıp yapmamak ahlak tanımının içine girmiyor. Bu sakat anlayışın liderlerce meşrulaştırılıyor olması çok vahim.
Başbakan neden özel hayatı böylesine dar bir çerçeveyle sınırlıyor?
Bir, buna samimiyetle inanıyor ve meseleye din referanslı bakıyor. AK Parti genel başkanı olarak böyle konuşabilir ve oy isteyebilir, bunda mahsur yok ama… Başbakan olduğu andan itibaren böyle konuşamaz. Bir başbakan, kendine oy veremeyenlerin de hukukundan, can güvenliğinden, sağlığından, eğitiminden sorumlu. Devlet eksenli eğitim sisteminin polisleri ve yargıçları var bu ülkede… Başbakan konulara böyle yaklaştığı zaman, o zaman tek bir doğru, tek bir hayat tarzı olur. Başbakan kendi muhafazakarlığını topluma dayatmış olur. Bu ülkede, ne özel hayat güvencesi kalır ne de yaratma özgürlüğü. Bir de Ak Parti kendi seçmenlerinin hepsini dindar muhafazakar sanıyor.
Değiller mi?
Değiller. İnsanlar değişim talebinden dolayı da ona oy veriyor. Ayrıca bu toplumun yeni bir uzlaşmaya ve yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Yeni anayasa, kendi hayat tarzını ve ahlak anlayışına uymayanı suçlayan bir yaklaşımla yapılamaz. Bakın… Bu ülkenin “biz” tahayyülü bozuldu. Diyelim ki sizin biz tahayyülünüzün içinde Kürtler yok. Benimkinde başörtülüler yok. Ötekinde içki içenler yok. Mesela o heykeli beğenenler ya da tıksırıncaya kadar içki içenler, başbakanın kafasındaki “biz” tahayyülünün içinde değiller. Türbanlılar, Kürtlerin bir kısmı da Kılıçdaroğlu’nun biz tahayyülünün içinde değiller. Ülkenizin yarısı canınızı sıkıyor, nasıl başbakan olacaksınız bu ülkede? Artık bu ülkede yeni bir biz tahayyülüne ve toplumsal barışa ihtiyaç var.
İnsanların eşlerinden başkalarıyla yaşadığı her ilişkinin deşifre edilebileceğini söylemek, bunu desteklemek, insan haklarıyla uyumlu bir anlayış mı?
Hayır. Baştan aşağıya sakat bir şey bu. AKP, vizyonunu yenilemek ve hayata başka gözle bakmak zorunda. Bu seçim müthiş bir fırsattı. Arkasında, ekonomi dahil bir çok konuda büyük başarılarla birlikte toplumun desteği varken vizyonunu yenileyebilirdi ama ama yapmadı. Aksine çatışmacı bir siyasete döndü. Aslında seçim beyannamesi ve adaylarıyla Ak Parti, geleneksel kalkınmacı bir parti hüviyetine geriledi.
Başbakanın söyleminin, muhafazakârlıkla insan haklarının çatışmasına yol açması, AKP’nin muhafazakar demokrat tarifiyle uyuşuyor mu peki?
Hayır uyuşmuyor. Ö yüzden vizyonunu yenilemek zorunda ya. Vizyon yenilemek, muhafazakârlıktan vazgeçmek değildir. Muhafazakarlığın içini demokrasiyle, sivillikle ve hukukla doldurmaktır. Muhafazakarlığı ve ahlakı, sadece dinle tarif edemezsiniz. Öyle yaparsanız hiç hukuk mücadelesi vermezsiniz. Nitekim bütün bu seçim hengamesinde hiç hak, hukuk konuşulmuyor! Tayyip Bey, kutuplaşmadan medet umuyor gibi. Modernlerin endişelerini gidermek yerine, bu ahlak ve hayat tarzı tarifiyle endişeleri artırıyor. Buradan toplumsal barış da, Kürt sorunun çözümü de, yeni bir anayasa da çıkmaz. Türkiye, yeni bir toplumsal uzlaşma üretip yepyeni bir anayasa yapmadan ve Kürt meselesini çözmeden de 2015 seçimlerine ulaşamaz.
Anlamadım. Sizce ne yaşanır?
O zaman artık terör dağlarda değil, İstanbul’da Gaziosmanpaşa’da yaşanır. Kürt meselesini çözmeden yürüyemeyiz artık. Bunu da çözmek bu yaklaşımlarla mümkün değil. Ak Parti hemen her şeye “çoğulculuk” değil “çoğunlukçuluk” üzerinden bakıyor. Yüzde 50 el kaldırdıysa, “tamam, meşru” diyor. Yasa yaparken bu kural geçerlidir ama bizim bu toplumda, Kürtler, Türkler, dindarlar, laikçiler vb arasında yeni bir toplumsal barışa, mutabakata ihtiyacımız var. Bu anlayıştan yeni bir anayasa çıkmaz.
AKP’nin bu politikaları oylarını artırıyor mu?
Bugünkü tabloya CHP, MHP ve Ak Parti üzerinden baktığınızda, var olan düzene itirazı olan ve değiştirmeliyiz diyen tek parti hala Ak Parti gene de.
Şu anda AKP oyları ne seviyede gözüküyor?
Yüzde 46-50 bandında görülüyor. Ahmet Altan yazdı, Ak Parti referandumda aldığı yüzde 58 oyu alabilirdi. Referandumdaki yüzde 58 evet, onun bu toplumdan alacağı oy oranının üst limitiydi. Demek ki Ak Parti, kullandığı dilden ötürü, alabileceği 12 puanı bu seçimlerde alamayacak.
CHP’nin oyları ne düzeyde?
34 şirketin araştırmasına göre yüzde 25-27 bandında.
BDP’li bağımsızların oyları nasıl gözüküyor?
Yüzde 6-7 bandında gözüküyor. Bu kez 20 değil de, 25-28 milletvekili çıkarabilirler.
Oy dağılımı seçimlere kadar değişir mi?
Çok az değişir. Ama bu donmuş hal beni ürkütüyor. Hepimiz bu seçimde siyasi tablonun, iktidarın değişmeyeceğini biliyoruz. Bu tablodan rahatsız olan ve kendinde güç vehmeden meşru veya gayri meşru her türlü siyasi ya da kurumsal güç, Ergenekonvari yapılar, “bu donmuş tabloyu bozmak için benim olağanüstü bir şey yapmam, şapkadan tavşan çıkarmam lazım’ diye harekete geçebilir. Bunlar, bu hareketlenme, terör de olabilir, kaset de olabilir, aklın hayalin almayacağı vaatler de olabilir. Bu 27 gün beni korkutuyor.
AKP’nin büyük oy almasını sağlayan en büyük etken ne?
Tayyip Bey’in kendisi… Kendi partisinden oyu yüzde 10 daha fazla. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin oyları ise partilerinin oyunun yarısı kadar.
Başbakan sizce neden demokrat bir söylemden ziyade muhafazakar, milliyetçi bir söylemi tercih ediyor?
Tayyip Bey, dokuz yıllık iktidarının getirdiği güçle ve psikolojiyle, ülkede değişimin de sınırlarını biz kontrol ederiz, değişimi biz tarif ederiz noktasında.
AKP bu politkasıyla Kürtler’den oy alabilecek mi?
Yine alacak. Çünkü Kürtlerin yarısı, “Müslümanım” diyerek siyasi problemlere bakıyor ve Ak Parti’ye oy veriyor.
Seçimlerden sonra nasıl gelişmeler bekliyorsunuz?
Bu seçimlerden sonra, partiler için kongreler, kurultaylar ve kavgalar dönemi başlayacak.