Siyasi kutuplaşmanın hayat tarzı kutuplaşmasına dönüştüğü birkaç yıldır biliniyordu. Ve bu kutuplaşmanın manevi şiddet üretmekte olduğu, gerilim biriktirmekte olduğu, toplumsal fay hatlarında kırılmalar yaratacağı ve toplumsal depremin yaklaşmakta olduğu da…
Tophane’de bir sanat galerisine saldıranlar siyasi kimliği öne çıkmış adamlar değil diye olay ıskalandı. Kars’ta heykel Başbakan emriyle yıkılırken, içki içenler veya türban takanlar ötekileştirilirken, her namaz kılan “cemaatçi”, her “ne olacak bu memleketin hali” diyen “Ergenekoncu” ilan edilirken, meselenin yalnızca siyasi kutuplaşma olduğu söylenmeye devam edildi.
Şimdi önce muhafazakar sanat tartışması sonra da Şehir Tiyatrolarında yönetim değişikliğiyle meselenin yavaş yavaş özüne geliyoruz.
Hayat tarzları üzerinde baskı kurulamayacağını en iyi bizim toplumumuz biliyor. Siyasetçilerin de son seksen yıldır yaşananlardan sonra anlamış olmaları beklenir.
Sanatın ve bilimin, yaratma ve ifade özgürlüğünün baskı altında olamayacağını da tartışmanın tam zamanıdır.
Değerler mi esas olacak ortak yaşamın kuralları mı?
Bu tartışmaların özü yeni anayasa sürecinde yatıyor. Bu süreçte iki önemli ön mutabakata ve karara ihtiyaç var.
Birincisi, anayasa ya da değişen hayatın yeni hukuku, değerler üzerinde mi olacak ortak yaşamın kuralları üzerinde mi? Düzen ve hukukun eliyle kılığımız, kıyafetimiz, inançlarımız, kültürel kimliklerimiz, hayat tarzımız mı düzenlenecek, yoksa her birimizin uyacağı, ortak yaşam alanlarının, sokağın, eğitimin, sağlığın, yönetim düzeninin kuralları mı?
Anayasa insanlığın binlerce yıldır geliştire geldiği evrensel değerleri mi çerçeve alacak, bizim ülkemizin, toplumumuzun özel koşulları var gerekçesiyle siyasallaştırdığımız bazı değerleri mi?
Avrupa’nın taşrası mı olacağız demokratik toplum mu?
İkinci kritik karar, Avrupa’nın taşrası mı olacağız, bilgi toplumu, demokratik toplum yolunda ilerlemeye çalışan bir ülke ve toplum mu? Avrupalının tasarladığını, yarattığını üreten, yetiştiren işçiler, çiftçiler mi olacağız, yaratan ve üretenlerin özgür olduğu bir ülke ve toplum mu?
İşte bu kararlara müdahil olabilmek için yeni anayasa sürecine de müdahil olmak gerekiyor. Yeni anayasa, siyasi aktörlerin niyet ve hedeflerinden öte bizim geleceğimiz, bizim hayatımız. Bu kararı siyasi kutuplaşmaya esir olmuş aktörlere bırakmak yerine o aktörlerin masadan kalkmasını zorlaştıracak talep zorlamasını yaratmamız gerekiyor.
Bunun yolu da her gün, her yerde, her mekan ve her durumda yeni hayatın kurallarını tartışmak, birbirimizin taleplerini, sorunlarını dinlemek, öğrenmek.
Ancak böylesi dinamik bir ortamdan güç alabiliriz. Örgütlenme ve ifade özgürlüğünün önündeki kısıtlara, siyasilerin niyetlerine sıkıştırılmış umutsuzluklara, yaşamın her gün önümüze getirdiği ikircikli durumlara karşın, ısrarla ve sabırla yeni anayasa sürecine dahil olmaya çalışmalıyız.