Biliyorsunuz, “provokatör”, “provokasyon” sözcüklerini bugünlerde yine sıkça duyuyoruz, kullanıyoruz. TDK Sözlüğe göre bu yabancı kökenli kelimelerin Türkçe anlamları “kışkırtıcı” ve “kışkırtma” demek. Bizdeki kullanım biçimiyle de “kışkırtılanın niyeti, günahı yoktu ama art niyetli birilerince gaza getirildi, tuzağa düşürüldü ve suçu işledi” demek.
Son üç dört günde bile yaşananları yorumlamaya çalışan tüm siyasetçiler, köşe yazarları, TV yorumcuları, ağız birliği içinde, topluma sağduyu mesajı veriyor, olanları provokatörlerin işi olduğunu, oyuna gelmemek gerektiğini söylüyor.
Ben de bu lafı söyleyeni, yazanı gördükçe daha da öfkeleniyorum ve şu sorunun cevabı kafamda iyice karışıyor: Kim provokatör ve neyi, kimi provoke ediyor?
Meclis kürsüsünde, grup toplantılarında ağza alınmayacak sözleri birbirlerine söyleyen, böylesine hayati bir konuyu bile kendileri sağduyuyla konuşamayan siyasetçiler, liderler mi?
Köşelerinde her gün fikir yazısı yerine karşı tarafa küfür, kıyamet bindirenler mi?
Ekranlarda, ağızlarında köpüklerle birbirleriyle yorum yapmak sanarak münazara yapanlar mı?
Dolapdere’de ellerinde silah yakalanan ve bu işi parayla yaptığını söyleyen üç meczup mu?
Muş’ta göstericilere ateş eden esnaf mı?
Söyler misiniz lütfen hangisinin suçu bir diğerinden daha az? Hangisinin yaptığı daha az veya daha çok kışkırtıcılık?
Bu ülkede toplumsal bir kutuplaşma olduğunu neredeyse iki yıl önce yazan, kutuplaşma eğiliminin karakterine ve sonuçlarına ilk dikkat çeken kişiyim. (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=250378&tarih=17/03/2008) Gerek t24.com.tr’de gerekse de tempo24.com.tr’de kutuplaşmanın karakteri ve taşıdığı riskler üzerine yirmiye yakın yazı yazdım.
Hâlâ ülkedeki kutuplaşmanın geldiği boyutun ve taşıdığı risklerin tam olarak anlaşılamadığı kanaatindeyim. Herkes kutuplaşmanın üç odağından içinde bulunduğu bir tanesine göre komplo teorilerine, provokatör tanımlarına ve çözüm için önerilerine sahip.
Ben de diyorum ki bu beladan kutuplardan birinin içinden bakarak kurtulamayız. Herkes, liderler, partiler, siyasetçiler, köşe yazarları, ekran yorumcuları bildikleri her şeyi gözden geçirmelidirler. Bulundukları pozisyona âşık, tüm suçu diğerinde arayarak bu beladan kurtulamayız. Herkes içtenlikle kendi pozisyonunu ama asıl dilini gözden geçirmelidir.
Çünkü yaşananlar ve yaşanacak olanlar yalnızca partiler ve liderler üzerinden ya da bir örgüt üzerinden açıklanma noktasını geçmiştir.
Bu ülkedeki insanların yarısı siyasi sistemden umutsuzdur. Bu ülkedeki yurttaşların dörtte biri ülkedeki tüm sistemlerden ve hukuktan umudu kesmiştir. Bu ülkedeki 11-12 milyon Kürt yurttaş umudunu tümüyle yitirmeye yaklaşmıştır. Bu ülkenin gençlerinin onda dokuzu başka bir ülkede hayat istemektedir.
Bu problemi yalnızca dört aylık açılım tartışmalarına bağlamak, yalnızca Habur’da yaşananların görüntülerine bağlamak, yalnızca hapisteki lideriyle bir örgütün yaptıklarına bağlamak kolay yol olabilir ama inanın bana sorun daha derindir ve daha da büyük risklerin potansiyelini taşımaktadır.
O nedenle de herkes, ayrım yapmaksızın, parti liderinden sanal ortamlarda okuyucu yorumu yazan ya da dost meclisinde siyaset konuşan sade vatandaşa kadar herkes, bir an, bir gece susmalı ve kendine sormalıdır: “ne yapıyorum?”, “ne istiyorum?”, “benin dışındakiler ne istiyor?”.
Ve son bir soru soralım her birimiz kendimize, aynanın karşısına geçerek, gözlerimizin ta içine bakarak, “acaba provokatör ben miyim?”