Son üç aydır gündemde Kürt açılımı ya da demokratik açılım bitti mi yoksa kapandı mı tartışmaları var. Baştan beri bu meseleye kategorik olarak karşı çıkanlar hariç yine de bu soru gündemde. En azından açılımın başarıya ulaşıp ulaşmayacağı ciddi biçimde tartışılır hale geldi.
Hükümetin ve özellikle Sayın Başbakan’ın kategorik itirazların dışında toplumsal psikolojide ne olup bittiğini ciddi biçimde analiz etmesine ihtiyaç olduğu açık.
Birinci nokta, bu meselenin hala TBMM gündeminde ciddi biçimde konuşulmamış olması benim dikkatimi çekiyor. Sayın Başbakan’ın bu konuda oldukça duygusal, bir o kadar da anlamlı iki konuşması oldu: Birincisi Ak Parti grubunda, diğeri Kurultayda. Bunun dışında iktidar da, muhalefet de kameralar önünde bu sorunu konuşuyorlar. Böylesine önem arz edenbir ülke meselesi TBMM’de konuşulmayacak da ne zaman nerede konuşulacak, ben bunu ve bu siyaset tarzını anlamakta zorlanıyorum. Bütün siyasi aktörlerin, tüm tartışmaları, mektuplaşmaları kameralar önünde konuşuluyor. Böylesine önemli bir konuda en son söylenecekler baştan söylenirse, kameralar önündeki siyasi şovlara bu konu malzeme yapılırsa, uzlaşmaya nasıl ulaşılacak?
İkinci nokta, Kürt sorununun çözümü bir süreç yönetimi meselesidir; doğru ama en azından bunun süreç yönetimi olduğu kamuoyuna doğru dürüst anlatılmalıydı. Beklentileri daha birinci günden bu kadar yüksek tutmanın, sürecin yönetimi üzerinde psikolojik baskı unsuruna dönüşeceği baştan hesaplanmalıydı.
Üçüncü nokta, meselenin hala doğru tanımının yapılamadığının, teröre rehin edilen sorunun özünün kaybedildiği kanısındayım. DTP’nin tutumu ve hataları biraz daha anlaşılabilir ama hükümetin, sorunun yalnızca PKK kadrolarının bazılarına ya da bir kısmının affına dönüşmüş olmasına izin vermesi, sorunun çözümü önündeki önemli psikolojik engellerden biri olacak görünüyor. Herkes 34 militanın dönüşündeki olaylara kilitlendi, Hükümet celallendi, örgüt celallendi ama hiç kimse bu ülkedeki 11 milyon dolayındaki sade ve mağdur Kürt vatandaşın reel derdini konuşmuyor hala. Köy isimlerini iade etmek ve Kürt Enstitüleri açmanın dışında hala ortaya çıkmış bir çözüm paketi yok. Demokratikleşme, yönetim reformu, yoksullukla mücadele planı, bölgesel ekonomik geri kalmışlıkla ve gelir adaletsizliğiyle mücadele planı, sosyal politikalarda özel projeler hala kimsenin gündeminde yok. Hükümetin de yok, DTP’nin de yok, örgütün de yok. O zaman 11 milyon sade Kürt vatandaşının yaşadıklarına, çektiklerine, katlandıklarına bu kayıtsızlık hali anlaşılır bir durum mu?
Ve son bir nokta ki, ben gerçekten anlamakta zorlanıyorum: Hükümet ve devlet yapacakları için yapması gerekenler için, kendi vatandaşlarının dertlerini çözmek için ne bekler? Yapılacakları bazılarının yapacaklarına bağlayarak, yapması gerekenler için başkalarının yapmadıklarını gerekçe yapmak, nasıl bir hükümet etme anlayışıdır?
Kürt sorununun çözümü önündeki en önemli tıkaç güven meselesidir. Kürt vatandaşların devlete ve hükümete güveni, toplumun en azından oldukça önemli bir kesiminin ülkenin hükümetine güveni, bu sorunun çözümü için ilk başarılması gereken eşik olarak görünüyor. Ne yazık ki, ikisi de yok. Ne Kürt vatandaşlar henüz devletin ve hükümetin bu sorunu içtenlikle çözmek istediğine inanıyorlar ne de toplumun yarısı hükümetin içtenlikle yalnızca demokratikleşme peşinde olduğuna inanıyor. Güven sorunu aşılamadığı için de hükümet bir türlü psikolojik bariyerleri aşamıyor.
Tüm bunları alt alta koyunca da Ak Parti’nin süreç yönetiminde başarısız olduğu ortaya çıkıyor. 2007 Seçimlerinden sonra giderek artan kutuplaşmayı teşvik eden, körükleyen kendi söyleminin yarattığı karşılıklı güvensizlik ve kavgacı dil, şimdi dönüp sahibi olan Sayın Başbakan’ın önüne en büyük engel olarak çıkıyor. O zaman da açılımlar sonuca ulaşamıyor.
İşin gerçeği ise bizim hemen tüm sorunlarımız için açılıma değil değişime ihtiyacımız olduğudur. Ne yazık ki, siyasi aktörlerimiz iktidarıyla muhalefetiyle, resmisiyle siviliyle, parlamento içindekiyle dışındakiyle henüz açılım değil değişim diyebilme noktasında değiller.