Çok partili siyasi tarihimizin 17. Genel Seçimleri için TBMM karar aldı, Yüksek Seçim Kurulu seçim takvimini ilan etti ve seçim süreci resmen başlamış oldu.
Bir bakıma bu seçimler bazıları için çok önemli değil, çünkü sürprizleri çok az bir seçim olacağı biliniyor ve iktidar ile muhalefet rol dağılımlarında değişiklik beklenmiyor.
Ak Parti yine tek başına iktidar olacak, CHP ana muhalefet görevine devam edecek, BDP bağımsızlar yoluyla Meclis’e girecek.
Elbette partilerin oy oranları, milletvekili sayıları merak ediliyor. Elbette bu oranlar ve sayılar kamuoyunda konuşulanlardan ve 2007 seçim sonuçlarında ortaya çıkan sonuçlardan farklar içerecek. Ama seçim sonrası TBMM’de oluşacak tablonun temel renkleri galiba belli.
Partiler ve aktörler açısından 2011 seçim süreci başlarken gözlenen veya ortaya çıkan tercih, pozisyon, fırsat ve riskleri gelecek yazıya bırakarak, genel olarak sürprizsiz, sonucu kestirilebilir seçimlerin ülke için anlamını analiz etmek istiyorum.
Ekim ayında parlamentoda yeni toplumsal ve siyasi mutabakat konuşulacak
Siyasi iradelerin ne isteyip, ne istemediğinden, neyi yapacağından neyi yapamayacağından bağımsız olarak, Türkiye bu siyasal ve toplumsal kutuplaşmayı artık daha fazla taşıyamaz. Türkiye Kürt meselesini gerçekten çözme arzusuyla konuşmadan ve çözüm için bir takım değişikliklere ve politikalara yönelmeden, bu meseleyi patinaj yaparak da Ekim’den itibaren taşıyamaz.
Her iki mesele de ülkenin ve toplumun ve de gündelik hayatın değişimlerinin geldiği noktada yeni hayatın, yeni toplumsal mutabakatın hukuki çerçevesi anlamına gelmektedir.
Yalnızca siyasi anlamda değil, ülkenin ve toplumun ekonomik, sosyal ve siyasi değişimleri devletin bu hali ile sürdürülemez noktaya getirdi bizi. Yeni anayasa ile hem toplumsal mutabakat yeniden tesis edilecek hem de devletin yeniden yapılanması gerçekleşecektir.
Bu noktada da Kürt meselesi tıkaç görevi görmektedir. Kürt meselesi tüm boyutlarıyla var olan sorunlu zihniyetin, sorunlu siyasi ve toplumsal yapıların, sorunlu bürokratik ve hiyerarşik kurumların ve sorunlu zihniyet ve algı kalıplarının sürdürülebilmesinde, hayatımızda var olabilmesinde hala meşruiyet alanı yaratmaktadır.
Kürt meselesinin bu haliyle çözümsüz ve çatışmacı biçimde sürdürülmesi, metropollerdeki mafyavari çeteleşmelerden faili meçhullere, yönetimde keyfilikten vesayetçi tüm zihniyetlere, kayıt dışı ekonomiden kayıt dışı istihdama hemen her alanda var olma alanı açmaktadır.
Kürtlerden ve hatta tüm “ötekilerimizden” esirgediklerimiz kendi hayatlarımızdan eksilmedir.
Ama artık şunu anlamamız gerekmektedir. Kürtlere de vermemek için yapmadığımız yönetimlerde katılımcılık uygulamalarını sürdürdüğümüz her bir gün yalnızca Diyarbakır’daki Kürt yönetime katılamıyor değil, biz de İstanbul’da üçüncü köprünün güzergâhı kararına, Bodrum’da imar değişiklikleri kararlarına katılamıyoruz demektir.
Kürtlere vermekten kaçındığımız her bir evrensel insan hakkı, aynı zamanda kendi hayat kalitemizden, kendi hak ve özgürlüklerimizden vazgeçmeye razı edildiklerimizdir.
Ve toplum içgüdüleriyle de olsa bilgi ve becerileriyle de olsa hala bazılarının kendini eğitimsiz, cahil, bilgisiz sanmasına karşın bunun bilincindedir. Belki sade vatandaş benim, bizim kelime ve cümlelerimizle bunu ifade edemiyor sanabilirsiniz. Ama bir radyo programına telefon edenleri, bir kameraya konuşanları biraz dikkatlice dinleyince görürüz ki, genel olarak toplum bugünkü siyasi aktörlerdeki hakim anlayış ve zihniyetten ileridedir.
Yeni parlamento yeni anayasayı yapacak
Dolayısıyla bu seçimlerde 51 milyon seçmen, bu meseleleri konuşacak milletvekillerini seçeceğinin bilincinde ve farkındadır. Bu farkındalık, yeni anayasayı kurucu meclis mi yapar, bu meclis yapabilir mi türünden yakın zamandaki tartışmaların tümünü de geçersiz kılmaktadır. Seçmen yeni anayasayı yapacağını bilerek parti ve milletvekili tercihi yapacak. Bu nedenle de seçim süreci ağırlıklı olarak yeni anayasa tartışmaları etrafında şekillenecek. Süreç sonunda oluşacak yeni parlamento yeni anayasa yapma gücünü de buradan alacaktır.
Seçim barajı nedeniyle haklı tartışmalar da olsa yeni parlamentoda muhtemelen yüzde doksan seçmenin tercihleri temsil ediliyor olacaktır. Yani büyük olasılıkla parlamentoya giremeyen partiler oy oranı toplamı yüzde on civarında ve hatta bu oranında altında olma olasılığı yüksek görünmektedir. Bu açıdan da yeni anayasa için başka bir kurucu meclis tartışması anlamını yitirecektir.
Bu nedenle de bu seçimler siyasi tarihimizin en önemli seçimleri olacaktır.
Bu noktada da hangi partilerin ve aktörlerin bu sürece yani siyasete katkıda bulunup bulunmayacakları iradesi ya da “yapamazsınız” türü anti siyaset tarzı tercih edip etmeyecekleri önem kazanmaktadır ki, partiler üzerinde analize gelecek yazıda devam edeceğim.