12 Haziran’ın Ardından

Kazanan yine sade vatandaş

Anımsayacaksınız, seçim öncesi geçen hafta genel bir seçim süreci, partiler, seçim beyannameleri, aday listeleri analizi yapmaya çalışmıştık. Daha çok da seçmen gözünden beklentileri ve seçimin anlamını not etme çabasıydı. Şimdi sonuçlar önümüzde olduğuna göre bu sonuçları analiz etmeye, anlamlandırmaya çalışalım.

Seçime katılım oranı yüzde 87, geçersiz oylar yüzde 2,13 oranında gerçekleşti. Her iki oran da 17 seçim ortalamasından daha iyi. Bir kez daha seçmenin seçme hakkını kullanma konusunda ne kadar duyarlı olduğu ortaya çıktı.

Seçim günü, asayiş ve güvenlik konusunda çok özel olayların gelişmemiş olması da ayrıca dikkat çekiciydi.

Saat 18:30’da sandıkların üçte birinin sayımı ve sonucun tüm ülkeye ilanı tamamlanmıştı. Saat 22’de tüm sonuç biliniyordu.

Bu üç sade not bile ülkenin seçim, seçim altyapısı, iletişim altyapısı, medyanın sonuçları açıklamak ve yorumlamak çabasındaki ustalığı, vatandaşın soğukkanlı ve yüksek duyarlılıkla seçme hakkına sahip çıkışı açısından ne kadar ileride olduğunun göstergesi kanımca. 12 Haziran akşamının birinci sonucu, seçim barajı gibi saçmalığa karşın, bu ülkede genel olarak seçim sisteminin, sistemin yönetiminin, vatandaşın duyarlılığının övünülesi noktada olduğunu gösteriyor.

Artık “vatandaş koyun mu bilinçli seçmen mi?”, “okumuşla okumamışın oyu bir mi?”, “anket şirketleri tüm seçmeni manipüle mi ediyor?”, “seçim sonuçları yollarda değiştiriliyor mu?” gibi zihni sakatlıklar bir yana seçmenin tercihi nelere işaret ediyor sorusuna odaklanabiliriz.

Şu kabule inandım hep: seçmen her bir seçimde, önündeki seçenekler arasında kendine en yararlı ve doğru olanı seçiyor hep.  12 Haziran akşamının temel sonucuna baktığınız zaman da seçmenin kendisi açısından en ideal kombinasyonu ürettiğine kuşku yok. Sorun herkesin, her bir aktörün bu tercihleri ve sonuçları doğru okuması ve anlamlandırması.

Fakat çıkan sonuca bakarak her bir aktörün kendi oy oranını, milletvekili sayısını değerlendirmesi ve yalnızca kendisi üzerinden bir yorum üretmesi eksikli ve hatalı olacaktır. Çünkü 12 Haziran akşamının ikinci temel sonucu ve işareti, her bir aktör, kendininkinden daha çok ötekinin oy oranını, milletvekili sayısını anlamlandırmaya ve anlamaya çalışmasının zorunlu oluşudur.  

Örneğin Ak Parti Kürt meselesini düşünürken kendi yüzde 50 oyu üzerinden değil, neden BDP’li bağımsızların 36 milletvekilliği kazandığını anlamalıdır. Ya da BDP kendi milletvekili sayısının zafer sarhoşluğundan daha çok niçin Ak Parti’nin tüm ülkede 50 olduğunu anlamaya çalışmalıdır. Ya da CHP önceki seçime göre oy yüzdem ve milletvekili sayım arttı demek yerine ötekilerin oy oranının sebebini, niçin Kürt seçmenin hala oyunu alamadığını düşünmelidir.

Bu bakış açısı aynı zamanda gelecek dönem için de ipucu olacaktır. Kendininkinden çok karşısındakileri dikkate alan değerlendirmeler üretebilen siyasi aktör, daha doğru siyaset tarzı ve siyasi pozisyon üretebilecektir.

Seçmen siyasi bir denge yarattı

Üçüncü önemli sonuç, seçmen tercihleri içinde neredeyse ideal kombinasyonu, neredeyse ideal kimyasal formülü üretmiştir.

Seçmen Ak Parti’ye yüzde 50 oy vermiştir ama 330 milletvekiline ulaştırmamıştır. Kısaca seçmen Ak Parti’ye güç vermiş ama yetkiyi sınırlı vermiştir. Ak Parti’nin başarısı tartışılmazdır. Yine de seçim süreci başındaki hedefi olan oy oranından çok 330 milletvekilliğini aşmak olarak özetlenecek temel hedefe ulaşamamışsa da oy oranı itibariyle de Ak Parti’yi zafer duygusundan mahrum etmemiştir.

Seçimin ikinci kazananı kuşkusuz BDP’dir. BDP, seçim öncesi oluşturmayı başardığı ittifak ve aday listesi ile 36 bağımsız kazanmıştır. Asıl önemlisi de BDP, Kürt siyasetinin tüm renklerini içinde çekerek hem Kürt siyasetinde konsolidasyon üretmiş hem de diğer küçük sosyalist parti ve hareketleri de kapsamayı başarmış görünmektedir. 

Kürt meselesi şimdiye dek yalnızca Ak Parti ve BDP’nin meselesi gibiydi, yalnızca bu partiler Kürt meselesiyle meşgul, Kürt seçmenin derdini kendine dert ediniyor idi. Diğer iki büyük partinin bu meselenin içine dahil olmayışları kendi başına psikolojik engel üretiyordu. Şimdi seçmen, özellikle Kürt seçmen bu iki partinin bu sahiplenişini onaylamış ve ödüllendirmiştir.  Seçim öncesi beyanlarıyla CHP’de bu meselede siyaset masasına oturmaya karar verdiğine göre artık Kürt meselesinin parlamentoda ve sivil siyasetin aktörleriyle ve araçlarıyla konuşulması, uzlaşma aranması ve çözüm üretilmesi sürecinde psikolojik engel kalmamıştır. 

Ama ön şart,  Ak Parti’nin de BDP’nin de birbirinin siyasi muhataplığını tartışmadan, kabullenerek, ön şartsız müzakereye başlamalarıdır. 

Bu da yeni bir siyaset dili üretmelerini zorunlu kılmaktadır ki bu da 12 Haziran’ın dördüncü temel sonucudur. 

Oy dağılım örgüsünde değişiklikler12 Haziran seçim sonuçlarına bakıldığında milletvekili sayılarında kayda değer farklılıklar oluştuğu görülüyor. Benzer şekilde partilerin toplam oy yüzdelerinde de farklılıklar var. 

Ak Parti 2007 seçimlerindeki oyunu yüzde 46,6’dan 49,9’a yükseltti fakat buna karşılık milletvekili sayısı azalarak 341’den 326’ya indi. CHP, 2007 seçiminde yüzde 20,9 olan oyunu yüzde 25,9’a, milletvekili sayısını 112’den 135’e yükseltti. MHP, 2007 seçimindeki14,3 olan oyunu yüzde 13’e, 71 olan milletvekilini 53’e düşürdü. BDP ise 2007’de 5,2 olan oy oranı 5,7’ye, 22 olan milletvekili sayısı 36’ya yükseltti.  

Bu görünen sonuç, 2007’ye göre hem seçim aritmetiği açısından önemli değişiklik anlamına geliyor hem de siyasi sonuçları bakımından oldukça kayda değer değişiklikler ima ediyor.

Ak Parti hala tek kitle partisi

Ak Parti siyasi hayatı boyunca girdiği tüm seçimlerde, 2009 yerel seçim hariç, sürekli oylarını artırarak devam ediyor. 2002’de Yüzde 34,4 ile başladı, 2004 yerel seçimlerinde yüzde 41,7’e, 2007 genel seçimlerde yüzde 46,6’ya, 2009 yerel seçimlerde yüzde 38,8’e ve şimdi de yüzde 49,9 oranına ulaştı. 

Ak Parti’nin asıl başarısı ise coğrafi olarak da demografik temel dağılımlar olarak da etnik dağılım olarak da tüm farklılıklar bazında da olsa her birinde neredeyse ülke ortalamaları dolayında oy alıyor oluşu. Bu da Ak Parti’yi ülkenin hala ve tek kitle partisi olduğunu gösteriyor. 

Üç istisnası var bu durumun, birincisi 11 büyük metropolde, ikincisi Alevi seçmenlerde, üçüncüsü de 44 yaş üstü üniversite mezunları arasında ülke ortalamasının altında oy alıyordu Ak Parti. Bu seçimlerde birinci istisna olan metropollerde de önemli başarı yakalamış ve istisnai duruma ikiye indirmiş görünüyor.

Yukarıdaki grafikte seçmenlerin 12 bölgeye dağılım yüzdeleri ve benzer şekilde toplam 21 milyon Ak Parti oyunun 12 bölgeye dağılımı görülüyor. Ege ve Akdeniz illerinde Ak Parti oyu bölge seçmen ağırlığı oranının kayda değer oranda (2 puan civarında) altında. Batı Marmara’da 1 puan altında, İstanbul ve Güney Doğu’da 1 puanın da altında bir farkla geride. Diğer tüm bölgelerde Ak Parti oyu ise bölge oranın üstünde. 

Aşağıdaki grafikte son iki genel, bir yerel ve referandumdaki “evet oyları” sonuçları bir arada görülüyor. Bu grafiğin iki dikkate değer özelliği var. Birincisi Ak Parti oy örgüsü özel bir durum göstermeden ve tüm bölgelerde neredeyse paralel artıyor. Yani bu seçimdeki oy artışı özel ve tek bir bölgeden dolayısıyla tek bir belirgin politikaya, vaade göre değil tümünde paralel artıyor. 

Bu grafiğin ikinci iması Ak Parti hala potansiyel oyunun sınırına ulaşmış değil. Yani hala ilerleyebileceği ve ulaşabileceği yer var. 

CHP’nin 11 milyon oyunun bölgelere göre dağılımı ve seçmen dağılımını beraberce gösteren aşağıdaki grafiğe baktığımızda CHP’nin artık yerleşik ve yapısal hala dönmüş olan problemi görülüyor. 

CHP ise hala kitle partisi değil

Kıyılar olarak da isimlendirilen dört bölgeden aldığı oylar toplamı CHP oyunun yüzde 63,8’ini oluştururken seçmenin yarısı bu dört bölgede bulunuyor. Batı ve Doğu Marmara ile Batı Karadeniz’de denge kurulmakla beraber diğer tüm bölgelerde oldukça düşük oranda oy alabiliyor. 

CHP’nin oyunun yüzde 58,5’i 10 büyük metropolden geliyor ki bu 10 metropol seçmenin yüzde 49,7’sini barındırıyor. Geri kalan yüzde 41,5’i yine geri kalan 71 ilden geliyor.  

Veya CHP oyunun yüzde 60’ı, seçmenin yüzde 37,8’ini barındıran 244 ilçeden gelirken, yüzde 40’ı 696 ilçeden geliyor.   

Araştırmalardaki eğitimlilere, geliri yükseklere, Alevilere sıkışmayı ve Kürtler arasında olmamak gibi diğer handikaplara ise burada değinip, geçelim.

Yukarıdaki grafikte son üç seçim CHP oyları ve referandumdaki “hayır oyları” görülüyor. Görüldüğü gibi CHP oy dağılım örgüsünde bölgelere özel farklılık gözleniyor. CHP oyları esas olarak 4 kıyı bölgesinde yükselirken diğer bölgelerde genel artma eğilimine paralel olmaktan çıkıyor. Yani CHP bir önceki seçime göre oyunu artırmış görünürken bazı bölgelerdeki sıkışması artarak devam ediyor. 

MHP adeta sabitlendiMHP oylarının son üç seçimdeki grafiğine bakıldığında ise MHP’nin ortadaki dört bölge sıkışmışlığı kalıcı ve yapısal hale gelmiş görünüyor. 

MHP hemen tüm bölgelerde oy kaybederken, bölgeler arasındaki oy dağılım örgüsü de neredeyse sabitlenmiş durumda.

MHP’nin hem ideolojik, hem siyasi hem de coğrafi, demografik, hayat tarzı farklılıkları içinde de belirli bir yere sıkışmışlığı artık yaygın kabul edilen bir durum olarak da ortaya çıkmış oldu. 

BDP bölgesindeki veya Kürt seçmen arasında Ak Parti ile siyasi rekabet edebilen tek parti olduğunu bir kez daha tescilledi. 

Üç renkli haritalar da her zamanki gibi hatalı50 milyonu aşkın seçmeni yaşadığı yer açısından ayırarak seçim sonuçlarına bakmak ilginç ipuçları veriyor. Yaşanılan yere veya yaşanılan ev türüne göre analizlerin bir yararı da aynı zamanda seçmenin hayat tarzına veya mekânsal ilişki örgüsüne göre ipuçları taşıyor olması. 

Örneğin yaşanılan ev türüne göre araştırma bulgusuna bakıldığında, sıkça söz edilen varoşların tümden bir partiye veya öbürüne oy verdiği savının bir seçim efsanesi olduğu görülüyor. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi, varoşlarda (gecekondular, dış sıvası olmayan binalar, vb.) oturanlar arasında AK Parti ve CHP tercihi eşit oranda. BDP seçmenlerinin yoksulluğu, kentlerde varoşlarda ağırlıklı olarak yaşadıkları bilindiğine göre, yüzde 16’sının varoşlarda yaşaması doğal.  Geleneksel ev ve apartmanlarda yaşayanlar açısından da AK Parti ve CHP tercihlerinde özel bir farklılık yok. Temel farklılık siteler ve lüks konutlarda ortaya çıkıyor ki, oralarda CHP tercihi daha belirgin.  

Seçmen sayılarına bakarak 81 il ayrıştırıldığında, İstanbul ve Ankara seçmenin dörtte birine sahip. İkinci sırada gelen, seçmeni 1 milyon ile 3 milyon arasındaki 8 il de ikinci dörtte birlik seçmen dilimine sahip. Üçüncü grup 18 il, seçmenleri 500 bin ile 1 milyon arası iller ve bu grup da seçmenin diğer bir dörtte birlik dilimini barındırıyor. Geriye kalan 53 il ise seçmen sayıları 500 bin altında olan iller.

Bu dilimlerin aynı zamanda ima ettiği temel şey, birinci ve ikinci dilimdeki metropollerde gündelik hayatın ritmi, kuralları, değerleri ile diğerleri arasında belirgin fark oluşu. Son dilimde yer alan 53 ilde ise hâlâ geleneksel hayatın ritminin, kurallarının ve değerlerinin daha fazla geçerli olduğunu biliyoruz. Birinci ve ikinci dilimdeki metropollerde ise, varoşlar hariç daha kentli bir yaşam ritmi, ilişkileri ve değerleri var, büyük ölçüde geleneksel değerler çözülmüş durumda. 

Bu dört dilim üzerinden oy dağılımlarını aşağıdaki grafikte görüyorsunuz. Temel oy dağılım örgüsünde bu dört dilime göre oy dağılımlarında belirgin farklar var. 

Birincisi AK Parti dört dilimde de neredeyse aynı ağırlığa sahip. Geleneksel hayatın ağırlıklı olduğu dördüncü dilime doğru oy oranı da artıyor.

İkinci ilginç nokta, CHP’nin metropollere sıkışmışlığının bariz biçimde gözleniyor oluşu. CHP’nin oy oranı birinci dilimden son dilime doğru belirgin biçimde azalıyor.

Üçüncü bulgu, CHP’nin tam zıt görüntüsünü MHP olarak gösteriyor ve dördüncü dilimde en yüksek orana ulaşıyor. Bu durum, seçimden önce tartıştığımız, göçle ve kentli olmayla beraber MHP tabanında sosyolojik değişiklik olduğu tezimizin de doğruluğunu gösteriyor. 

Seçim akşamı ve genelinde anlatım kolaylığı açısından medyada sıkça iki renkli haritalar kullanılıyor. Bu haritalar oy oranı üzerinden değil, birinci parti üzerinden yapıldığı için belki anlatım kolaylığı sağlıyor ama aynı zamanda yanıltıcı da oluyor. Bu nedenle her bir parti için, her bir ildeki oy oranlarını yüzde 10’luk dilimlere ayırarak farklı haritalar hazırladık.

İki renkli değil çok renkli haritalar

Önce şu bilgiyi not edelim: AK Parti 2 ilde yüzde 20’nin biraz altında, 3 ilde yüzde 21-30, 11 ilde yüzde 31-40, 22 ilde 41-50, 17 ilde 51-60 ve 26 ilde yüzde 61-70 oy oranına ulaşmış.

Aşağıdaki haritaya bakıldığında AK Parti’nin tüm ülkede oldukça ağırlıklı ve yaygın olduğu görülüyor. 

CHP, 17 ilde yüzde 10’un altında, 24 ilde yüzde 11-20, 18 ilde 21-30, 16 ilde yüzde 31-40, 3 ilde 41-50, 3 ilde 51-60 oy oranına ulaşabilmiş.

Aşağıdaki haritadan görüldüğü gibi CHP coğrafi bir sıkışmışlık içinde. Bu da kitle partisi olma özelliğinin kaybettiği tezimizi güçlendiriyor. Kaldı ki, CHP’nin yalnızca coğrafi değil, bunun yanı sıra eğitim ve gelir seviyesi gibi bazı temel demografik, etnik ve inanç farklılıkları, hayat tarzı farklılıkları arasında da bazı alt gruplara sıkıştığı araştırma bulgularıyla biliniyor. 

Bu nedenle CHP’nin meselesi oy oranını artırmaktan daha çok bu artışın nasıl sağlandığı, oy oranları örgüsünün bu sıkışmışlıktan kurtulup, kurtulamadığı gibi daha çok oyların niteliğine dair meseleler.

MHP, 20 ilde yüzde 10’un altında, 47 ilde yüzde 11-20, 10 ilde 21-30, 1 ilde yüzde 31-40, 1 ilde 41-50 oy oranına ulaşabilmiş.

MHP’nin sıkışmışlığı ise daha net olarak görülüyor. Dolayısıyla MHP’nin de meselesi yalnızca barajı geçip geçmemesi veya kaç oy oranına ulaştığı değil, sosyolojik, ideolojik ve siyasi problem ve sıkışmışlıklarını aşıp aşamadığıdır. 

Seçim adaletini yasa değil seçmen gerçekleştirdi

Yıllardır seçim sistemindeki yanlışlar, özellikle seçim barajı üzerine yazılmamış, söylenmemiş söz kalmamıştır bu ülkede. Ama siyasiler hep üzerine yatmışlardır bu meselenin. Siyasi hesaplarına da uygun gelmiştir seçim barajı hep. Öte yandan da devletin ve siyasi sistemin özü itibariyle mutabık olduğu bir başka örtük hedef vardır ki baraj, Kürt siyasetçileri ve partileri için bir engel olarak da korunmak istenmiştir hep, içten içe. 

Derin devlet, vesayetçi zihniyet veya siyasi partiler her ne kadar başka amaçla da koymuş olsalar, seçmen, bu barajı başka türlü amaçları için kullanmayı başardı her seçimde.

2002 seçimlerinde seçmen, barajı da kullanarak eski partileri tasfiye etti ve bir bakıma siyasi sistemi yeniden kurguladı oylarıyla. Ama oluşan seçim tablosu başka bir adaletsizliği ortaya çıkardı. 2002 seçimleri sonrası Meclis’te yalnızca AK Parti ve CHP yer alınca temsil edilen oy toplamı yalnızca yüzde 54,7’de kaldı. Kısaca yüzde 45,3 oranındaki oy Meclis’te temsil edilemez oldu. Bunun sonucu olarak da temsiliyet üzerinden bakıldığında AK Parti’nin seçmenden aldığı oy yüzde 34,3 olmakla beraber temsil edilen oylar arasında yüzde 62,7 oranına ulaşmış oldu. Hatta milletvekili dağılımına bakıldığında AK Parti yüzde 66 oranında milletvekili kazanmış oldu. Benzer yarar doğal olarak CHP için de çalıştı, fakat bariz adaletsizlik AK Parti lehine oluşmuştu. Son üç seçimin benzer oran ve analizlerini aşağıdaki grafikte görüyorsunuz. 

2007 Seçimleri sonrasında oluşan tabloda Meclis’te temsil edilen oylar oranı yüzde 87’ye çıktı. AK Parti yüzde 46,6, CHP yüzde 20,9, MHP yüzde 14,3, Bağımsızlar 5,2 oranında oy alarak Meclis’e girdiler. Bu temsiliyet oranı üzerinden AK Parti yüzde 46,6 olan gerçek oy oranını yüzde 53,6’ya, milletvekili oranını yüzde 62’ye çıkardı. Meclis’te temsil edilen oylar toplamı yükselince adaletsizlik bir parça azalmış oldu.

12 Haziran akşamı oluşan tabloda Meclis’te temsil edilen oylar toplamı yüzde 95’e ulaşmış oldu. Bu oranın ima ettiği iki siyasi sonuç var. Birincisi; bu Meclis seçim tarihimizin demokratik meşruiyeti en yüksek Meclisi oldu. İkincisi; yukarıda sözünü ettiğimiz adaletsizliği ve de seçim barajı meselesini seçmen kendi oylarıyla halletmiş oldu. Seçimde AK Parti yüzde 49,9 oy aldı, bu oran temsil edilen oylar içinde yüzde 52,3’e ulaştı, bunun karşılığı olan milletvekili oranı da yüzde 59,3 oldu.

Görüldüğü gibi adaletsizlik her seçimde bir nebze daha seçmen tarafında gideriliyor. Üstelik uzak tutulmaya çalışılan Kürt siyaseti 36 milletvekilliği kazanarak baraj engeli de fiilen kaldırılmış oldu.
Kutuplaşmanın teyidi

12 Haziran sonuçları bir başka meselenin boyutunu da tekrar gözümüze soktu. Eylül ayındaki referandumda evet oyları yüzde 58, hayır oyları da yüzde 42 idi. Aradan geçen 10 aydan sonra 12 Haziran akşamı partilerin aldıkları oyları ve referandumda aynı partilerin aldıkları pozisyonları anımsarsanız, ilginç bir durum göreceksiniz. 

Referandumda AK Parti (12 Haziran’da % 49,9), SP (% 1,2), Has Parti (% 0,8) ve BBP (% 0,7) “evet” cephesinde yer almışlardı.  Buna karşılık CHP (% 25,9), MHP (% 13) ve DSP dahil diğer küçük partiler (toplamda % 1,7) “hayır” pozisyonu almışlardı. BDP ve şimdi de blok içinde yer alan bazı küçük partiler de (% 6,7) “boykot” pozisyonundaydılar.

12 Haziran’da alınmış bu oyları referandum pozisyonuna göre dizip, yeniden referandum oyu hesaplarsanız ulaşacağınız rakamlar “evet” yüzde 56,4, “hayır” yüzde 43,3 oranıdır. Bu rakamlar da referandum sonucuyla neredeyse aynıdır.

Bu tablonun ima ettiği, yaşanılan siyasi kutuplaşmanın, liderlerin kavgacı dillerinde gördüğümüzden veya medyanın fark ettiğinden çok daha derin ve problemlere gebe olduğudur.   
Ekonomik büyüme ve gelir ve de oy tercihi

Seçmen davranışlarını açıklamaya dönük en yaygın kabul gören yaklaşım ekonomik durum, algı ve beklentilerdir. Mahfi Eğilmez’in dün Radikal gazetesindeki köşesinde yer alan grafiğin benzerini aşağıda görüyorsunuz. AK Parti’nin girdiği beş seçim ve bu seçim yıllarındaki ekonomik büyüme oranları çizgileri oldukça çarpıcı bir paralellik göstermektedir. 

İki çizgi neredeyse paralel hareket etmektedir. Bu da ekonomik durumun gerçekliğinin, algısının ve beklentilerinin seçmen davranışında belirleyici rolünü göstermektedir.

Aşağıdaki grafik ise KONDA bulgularıyla 2007 ve 2011 seçimlerinden birer hafta önce yapılmış araştırmaların gelir dilimi ve parti tercihi bulgularını göstermektedir. 

Önce genel Türkiye satırlarına bakarsanız, en alttaki gelir diliminde olduğunu söyleyenlerin 2007’de yüzde 55 iken 2011’de yüzde 25’e düştüğünü görürsünüz. Benzer şekilde en üst gelir diliminde olduğunu beyan edenler 2007’de yüzde 2 iken şimdi 5’e, üst ikinci dilimde olduğunu söyleyenler yüzde 12 iken şimdi 33’e yükselmiştir.

Kısaca seçmen kendi beyanlarıyla gelir dağılımında oldukça kayda değer oranda iyileşmeye ve orta sınıflaşmaya işaret etmektedir.

Benzer gelir dilimleriyle siyasi tercihlere bakıldığında birinci dikkat çeken, AK Parti seçmeniyle ülke ortalamaları neredeyse birebir aynıdır. Yani AK Parti gelir dağılımı dilimlerini kendi tabanında da birebir temsil etmektedir. Buna karşılık CHP’de 2007’ye kıyasla ve o kadar bariz olmamakla beraber yüksek gelir dilimindeki seçmenler görece yüksektir.  

Fakat yine de anımsatalım, hayatın bugün geldiği karmaşıklık, çok boyutluluk, çok eksenlilik, çok kimliklilik içinde seçmen davranışının tek açıklayıcısı artık ekonomik durum değildir, ama birincil etkenlerden biridir. 
 

Yeni seçmen de eskilere benzer davranıyor

12 Haziran öncesi gençler ya da yeni seçmenler meselesi de tartışılan, siyasi eğilimleri merak edilen bir durumdu. Bu seçimlerde yaklaşık 5 milyon genç seçmen ilk kez oy kullandı. Seçimlerden bir ay önceki “Gençlik Araştırması” vesilesiyle de sıkça dile getirdiğimiz bir şey vardı: Gençler siyasi tercih olarak ve hatta birçok değer ve fikirleri açısından büyüklerden çok da farklı değiller. İkincisi, gençler de siyasi kutuplaşmanın pençesindeler. 

Seçimden bir hafta önceki bulgulardan oluşan aşağıdaki grafik gösteriyor ki, ilk kez oy kullanan seçmenlerde oy tercihleri büyüklerde çok radikal değişiklik göstermiyor. İstisna gibi görünen durum, BDP oy oranı gerçekleşenden yüksek görünüyor, çünkü Kürt nüfusun yetişkin / çocuk oranı (55/45) Türklerden (66 / 34) çok farklı. O nedenle ilk kez oy kullanacaklar içinde Kürt seçmen normaldekinden daha yüksek oranda. 

2007 seçimlerinde “sandığa gitmeyen” veya “gidip, boş oy veren” seçmenlerin büyük kısmının bilinçli ve partisiz seçmen olduğu ve gitmemesinin, boş oy vermesinin bilinçli bir tercih olduğu görülüyor. Bu iki grubun “diğer partiler” cevabının yüksekliği bunu gösteriyor. 

Parti seçmenlerinin profilleri

Seçim sonuçlarını anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığımız dizinin bu son bölümünde bazı araştırma bulguları üzerinden parti seçmen profillerine yakından bakmaya çalışalım. 

AK Parti seçmeniyle ilgili sıkça yapılan spekülasyon eğitimsizlerin AK Parti’ye oy verdiği yönünde. Ya da CHP’nin yüksek eğitimlilere sıkıştığı yönünde. Son iki genel seçimin birer hafta öncesinden yapılmış araştırma bulgularıyla hazırlanmış aşağıdaki grafiğe bakalım.

AK Parti seçmeni içinde lise altı eğitimliler 2007’de yüzde 77 iken, şimdi 69’a gerilemiş. Buna karşılık bir önceki seçimde yüzde 19 olan lise eğitimliler 22’ye, yüzde 5 olan üniversite mezunları yüzde 9’a yükselmiş. AK Parti tabanındaki bu gelişme, partinin yalnızca kıyılara doğru da yayıldığı gözlemi yanı sıra dünkü bölümde de analiz etmeye çalıştığımız gibi gelir seviyeleri ve eğitim seviyelerine göre dağılımlarda da yayılmanın işareti. AK Parti’nin kapsama alanı genişliyor denebilir kısaca.

Buna karşılık CHP oyu içinde 2007’de yüzde 20 olan üniversite eğitimliler şimdi 19’a, yüzde 31 olan lise eğitimliler de 29’a düşmüş. CHP’nin tabanında da küçük de olsa bir hareketlilik olduğu söylenebilir. Ya da bu oransal değişme partinin oyunun iki genel seçim arasındaki artışının sonucu olabilir.

Önceki genel seçimde 44 yaş üstü, üniversite eğitimli kadınların yüzde 61’i CHP’ye oy verirken, şimdi bu oranın 50’ye düştüğünü de küçük ama anlamlı bir not olarak ekleyelim.  

Yardımlar ile oy ilişkisi sanıldığı kadar anlamlı değil

Sosyal devlet uygulamaları kapsamındaki yardımların seçmene rüşvet olup olmadığı, seçmenin bu tuzağa düşüp düşmediği çokça tartışılan bir başka seçim efsanemiz. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi yardım alanların yardım kaynağına göre tasnif ederek siyasi tercihlerine bakıldığında, yerel yönetimlerden yardım alanların yüzde 59’u AK Parti’ye, yüzde 15’i CHP’ye oy veriyor. Kaymakamlık, valilikten yardım alanların ise yüzde 48’i AK Parti’ye, yüzde 12’si CHP’ye oy veriyor. Dernek, Vakıf gibi sivil toplum örgütlerinden yardım alanlarda da yüzde 58 AK Parti, yüzde 14 CHP tercihi gözleniyor.

Bu grafiğin ima ettiği iki şey var. Birincisi; yerel yönetimlerde ve yardım, hayırseverlik amaçlı sivil toplum kuruluşlarında AK Parti daha örgütlü ve daha başarılı. Bu da oy tercihine bir ölçüde yansıyor. Fakat yardım ile oy tercihi arasında bire bir ilişki olduğunu iddia edecek bir bulgu da yok. 

İkincisi; en yüksek oranda yardımlarla geçinebilenler Kürt yurttaşlar. Görüldüğü gibi onların oy tercihlerinde de yardımdan dolayı bir sapma yok, aksine BDP kendi ortalamasının üzerinde.  Seçmen için sol –sağ ayrımı ne kadar geçerli?

Dünkü bölümde de not etmeye çalışmıştım. Seçmen dediğimiz bireyin veya oluşan toplam irade ve tercihin tek bir açıklaması, tek bir sihirli boyutu ya da unsuru yok. Hayatın ve siyasetin de geldiği karmaşıklık için de her bir birey de toplum da zihin, gönül, beden ve çevre ilişkisi içinde, yaşadıkları, algıları, beklentileri, korkuları, umutları ve değerleri gibi karmaşık süreçler içinde karar oluşturuyor. Açıklayıcılık açısından bazı tanımları kullanıyor olsak da bu karmaşıklığı tek bir cümle veya eksenle açıklamak eksikli ve hatalı olacaktır.

Benzer kolay açıklama çabası sol-sağ meselesinde de gözleniyor. Benim tezim ise sol-sağ meselesinin eski açıklayıcılık gücünde olmadığı. Kültürel boyutun ve kimliklerin bu denli ağırlıklı olduğu dünyada eski ekonomik sınıflar ve ideolojiler her meseleyi kapsamak ve açıklayabilmek gücünden yoksunlar.

Yine de seçmene “siyasi kimlik olarak hangisinin kendisini tanımladığı” sorulduğunda, yüzde 38 oranındaki seçmen “bu tanımlar artık benim için geçersiz” cevabı veriyor. Sağ diyenler yüzde 25, ortanın sağı ya da merkez sağ diyenler yüzde 4, merkez diyenler yüzde 12, ortanın solu diyenler yüzde 4, sol diyenler yüzde 18. Birincisi bu cevap dağılımı bile hem tanımın yetersiz kaldığını hele merkez sağ, merkez sol tanımlarının ise seçmen indinde hiçbir açıklayıcılığının kalmadığını gösteriyor. 

Siyasi tercihlerle bakıldığında, AK Parti seçmeninin yüzde 41’i, CHP seçmeninin yüzde 31’i, MHP seçmeninin de yüzde 29’u da sol-sağ tanımını geçersiz buluyor. AK Parti seçmenin içinde yüzde 37’si kendini sağ olarak tanımlarken, bu oran MHP seçmeninde yüzde 51.  CHP seçmeni içinde kendine sol ve ortanın solu diyenler yüzde 59 iken, BDP seçmeninde bu oran yüzde 51. Seçim öncesi çok tartışılan CHP’nin merkez sağa açılımını anımsarsanız, seçmen içinde bunun karşılığı yalnızca binde 3. 

Yukarıdaki bu grafik CHP seçmeninin yalnızca sol-sağ tanımında değil, AK Parti seçmenine kıyasla meselelere daha ideolojik baktığını da gösteriyor. Nitekim aşağıdaki grafikte de görüleceği gibi, seçmen davranış türüne göre bakıldığında da CHP seçmeni diğerlerine kıyasla daha ideolojik seçmen davranışı gösteriyor.


AK Parti’de lider takipçiliği CHP’den yüksek

AK Parti seçmeninin yarıdan fazlası lider takipçiliği yaparken, CHP seçmeni arasında lider takipçileri yüzde 23 oranında. CHP seçmeninin yüzde 38’i ideolojik nedenlerle partisine oy verirken, yüzde 19’u da taraftar seçmen dediğimiz, partisiyle duygusal ve taraftarlık ilişkisi olan seçmen davranış türü gösteriyor.

AK Parti tabanında da Tayyip Erdoğan karizması, gücü ve ağırlığı tartışılmaz görünüyor. Nitekim araştırmalarda “gönlünüzdeki Başbakan” şeklindeki bir soruda da partisinden fazla ve partisinin dışındaki seçmenden de onay alan tek lider olarak Erdoğan öne çıkıyor.

Yalnızca bir partinin seçmeni mi demokrat?

Bu diziyi son bir araştırma bulgusu ve grafiğiyle bitirelim. 

“Seçmek zorunda kalsaydınız aşağıdakilerden hangisi? 

1) Ülkede düzeni korumak. 2) Devlet kararlarında vatandaşların daha fazla söz hakkı olmasını sağlamak. 3) Daha insancıl bir topluma doğru ilerleme. 

Bu soruya verilen cevapların aşağıdaki grafiğine bakıldığında, demokrasinin ya da düzeni korumak kaygısının tek bir parti tabanının tekelinde olmadığı görülüyor. Aralarında farklar olmakla beraber herhangi bir parti tabanının yalnızca istikrar veya demokrasi veya insancıl bir toplum hayalini tek başına sahiplenmediği, hemen her parti tabanında üç tercihin de kayda değer oranda olduğu görülüyor.

Tümünde de insancıl toplum olma hayali daha yüksek oranda söylenirken, MHP tabanı içinde istikrar, CHP tabanı içinde demokrasi, AK Parti tabanı içinde de düzeni korumak diğerlerine kıyasla biraz daha öne çıkıyor.



‘Asker gerektiğinde yönetime el koyabilir’

Ama ilginç olan, seçimden hemen önce 21 Mayıs’ta başka bir amaçla yapılmış diğer bir araştırmada da CHP’ye oy vereceğini söyleyenlerin yüzde 49’u “asker gerektiğinde yönetime el koyabilir” diyor. Bu çelişkili gibi görünen iki bulgu bile tek bir açıklama ile seçmenin tercihlerinin ve kimliğinin açıklanamayacağını gösteriyor. 
Birazcık anlama çabası lütfen

Bu bulgu bile bazı ezberleri yeniden sorgulamamız gerektiğini gösteriyor. Bu diziyi sonlandırırken ilk gün yazdığımı yeniden vurgulamak istiyorum. Birincisi; 12 Haziran’ın en önemli sonucu hangi partinin yüzde kaç oy ve kaç milletvekili çıkardığı değil, oluşan siyasi dengenin kendisidir. Bu nedenle her bir aktör kendi oyunu ve tabanını analiz etmekten daha çok dengenin öbür tarafını analiz etmeye, anlamaya ve uzlaşmaya çabalamalıdır. 

İkinci olarak; bu anlama çabasının zorunlu kıldığı şey de siyasette yeni bir dil üretmek gerekliliğidir. Eski dilden bu anlama ve uzlaşma arayışının sonuç vermeyeceği de açıktır. O nedenle herkes önce mutfağına kapanmalıdır. Siyasi kavgalar için önlerinde daha çok gün ve mesele var nasıl olsa…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.