12 Haziran akşamını beklerken

Seçim sürecinin son virajına girildi. Altı gün sonra, Pazar akşamı, gece yarısından önce seçim sonuçlanacak ve oy dağılımını, yeni parlamenterleri biliyor olacağız.

Sonuçların nasıl oluşacağı, bu seçimlerin temel belirleyici faktörleri ve aktörlerinin neler olduğu, seçim sürecini nelerin nasıl etkilediği seçimden sonra da uzun uzun konuşulacak. Yine de bugünden seçim sürecinin, partilerin seçim beyannamelerinin ve aday listelerinin, kampanyaların ve seçmene olan etkilerinin, seçim sürecindeki bazı olayların genel bir özet ve değerlendirmesini yapmak yararlı olacak. Bu genel değerlendirmenin aynı zamanda 12 Haziran akşamı karşımıza çıkacak tabloyu anlama kılavuzu işlevi de göreceğini umuyorum. En azından benim için öyle olacak.

Seçmen 2002’de tıkanmış siyaseti tasfiye etti

Ülke son otuz yıldır müthiş bir değişim geçiriyor. İç göçten, gündelik hayatın ritmine, bilimden iletişime, kavramlardan siyasi eksen ve tanımlara her şey değişiyor. Geleneksel hedefler olan kalkınma ve modernleşmenin yanına demokratikleşme ve küreselleşme boyutları da eklendi. Modernleşme sorunu, içeriği ve aktörleri itibariyle değişti. Tüm bu çok boyutlu, çok aktörlü, çok unsurlu ve karmaşıklık, belirsizlik ağırlıklı bu süreç siyaseten yönetilemedi.

2002 seçimleri o günlerdeki hem ekonomik, hem siyasi krizin de etkisiyle seçmen tarafından var olan ve sorun çözme yeteneğini kaybedip, tıkanmış olan siyaseti yeniden düzenledi. 2002 seçimlerinin belirleyicisi, eski ve yeteneğini kaybetmiş siyasi aktörleri tasfiye dürtüsüyle hareket eden seçmen tercihleri oldu.

AK Parti’nin birinci iktidar dönemi, ekonomik yapının yenilenmesi için hazırlanan programın başarıyla uygulanması, Avrupa Birliği sürecinin reformları, sosyal devlet uygulamalarıyla ve hizmet üretme kapasitesiyle başarılı olduğu bir dönem oldu. Bu dönem, atlatılan birçok darbe örgütlenmesiyle boğuşma adına AK Parti’nin statükoyla da çatıştığı ve o çatışmanın ürettiği enerjiyle de önemli reformlara arzulu olduğu bir dönemdi.

2007 seçimlerinde seçmen tercihlerini belirleyen temel dürtü, ekonomik başarı algı ve beklentisi oldu ve AK Parti beklenmeyen bir oy oranıyla ikinci iktidar dönemine başladı.

2007’den bugüne kutuplaşma belirleyici olduO seçimden bu yana önce irtica korkusu diye başlayan, legal ve illegal aktörlerin manipülasyonlarıyla, korku üretme ve korkuyu yönetme politikalarıyla başlayan siyasileşme giderek kutuplaşmaya döndü. Giderek de AK Parti yandaşlığı ve karşıtlığı üzerine gelişen bu siyasi kutuplaşma toplumsal içerik kazandı, hayat tarzı kutuplaşmasına dönüştü.

AK Parti de bu kutuplaşmayı çözmeye yönelmek yerine aksine kutuplaşmayı körükleyen bir siyaset tarzına sarıldı. AK Parti sandı ki toplumsal kutuplaşma hep sürecek ve bu kutuplaşmanın büyük tarafının siyasi temsilcisi olarak da iktidarı sağlayacak oy oranını uzun süre tutturacak.

Öte yandan da otuz yıldır çözülmeyen, şiddete ve çatışmaya dönüşmüş Kürt meselesi de Türk-Kürt kutuplaşmasına doğru evrilmeye başladı. Kısaca ülke siyasi aktörlerin yanı sıra siyaset dışı aktörlerin de becerileri ve müdahaleleriyle üç taraflı bir kutuplaşmanın içine düştü.

Bu kutuplaşmanın bir diğer sonucu da küçük siyasi hareket ve farklılıkların erimesi oldu. Nitekim seçim sürecinde de dört parti dışındakiler neredeyse görülmüyor, duyulmuyorlar.

Değişim çok boyutluBir yandan yaşanan değişim, bir yandan da siyasi ve toplumsal kutuplaşma 2011 seçimlerinin belirleyicisi olacak. Değişimin ekonomik, siyasi, hukuki ve toplumsal boyutlarının tümünü kapsayacak bir siyasi projeyi, seçim beyannamelerini, aday listelerini beklemekteydi seçmen, seçim süreci başlarken. Seçmen gözünde bu beklentinin ifadesi toplumsal barış ve toplumsal huzur idi. Siyasi değişim ve bu değişimin hukukunun üretilmesiydi temel beklenti.

Seçim süreci başında partilerin hedefleri farklıydı

Süreç başlarken partilerin seçime yönelik hedefleri farklıydı. İktidar için yarışma değildi söz konusu olan. Hepsi, daha başlangıçta iktidarın kimin olacağı, muhalefet partilerinin hangileri olacağını biliyordu, bizler de.

AK Parti’nin hedefi, oy oranına takılmaksızın parlamentoda 330 milletvekiline ulaşmak. Eğer bu sayıya ulaşırsa AK Parti anayasa tartışmalarında pozisyon üstünlüğü yakalayacak, çoğunlukçu anlayışıyla Meclis’ten geçirmek isteyeceği ve geçirebildiği kadarıyla değişiklileri halkoyuna götürmeyi hedefliyor.

CHP’nin hedefi ise milletvekili sayısını umursamaksızın yüzde 30 oy oranına ulaşmak. Bu başarılırsa yeni yönetim kendini başarılı sayacak, örgütsel ve ideolojik yenilenme için gerekli seçmen desteğine ve moral güce ulaşacak. Bir yandan da yönetim içinde ideolojik yenilenmenin ne yöne ve hangi kapsamda olacağı konusunda niyet ve fikir farklılıklarının da olduğu gözleniyor. Partiyi fikri yenilenmeye zorlayacak çalışmalar, raporlar yayınlanıyor bir yandan, öte yandan da o rapor ve önerilere hayatı boyunca karşı ideoloji ve siyasetlerin içinde olmuş bazı kadrolar var.

MHP’nin hedefi, tabanındaki sosyolojik ve örgüt kadrolarındaki siyasi çözülmeler nedeniyle yüzde 10 barajını aşmak, Meclis’te var olabilmek, sonra da ne yapacağına karar vereceği süreyi kazanmak.

BDP daha radikal bir hedef çizerek başladı, kendi dışındaki sivil Kürt siyaseti temsilcilerini, bazı sol grup ve aydınları alarak bir blok oluşturmayı, bu blok üzerinden de 30’dan fazla bağımsız adayı Meclis’e sokarak, güçlü bir parlamento grubu oluşturmayı hedefledi.
Seçim beyannameleri vaat dolu ama derde deva değil

Süreç başlayınca partilerin aday listelerini ve seçim beyannamelerini gördük. Diğerlerinden farklı olarak, CHP her hafta yeni bir rapor açıklayarak, yalnızca seçim vaatleri sıralamakla sınırlı değil, aynı zamanda partinin ideolojik yenilenmesi için bir zemin yaratmak peşinde de olduğu izlenimi veriyor. İkincisi de BDP, sivil itaatsizlik eylemleriyle ve açtığı tartışma alanlarıyla Kürt meselesinin 12 Haziran sonrası evresine yönelik tartışma gündemini belirlemeye yönelik hamleler yapmaya devam ediyor.

Beyannameler üzerinden bakılınca, ortak özellikler dikkati çekiyordu. Daha sonra da kampanyalar ve liderlerin konuşmaları süresince de belirgin biçimde ortaya çıkan bir söylem birliği vardı. O da toplumsal uzlaşma, anayasa yapım süreci, bu sürece dair hiç bir proje önerilmiyordu. İkincisi toplumsal dönüşüm, toplumun demokratikleşmesi hiç de farkında olunan ve hedeflenilen bir süreç değildi. Üçüncüsü, demokratikleşme ve Kürt meselesi bireysel insan haklarıyla sınırlı olarak hedefleniyor, kolektif haklara karşı oluş da devlet ve (BDP hariç) tüm partiler zımni ve zihni bir mutabakat içindeydiler. Dördüncüsü seçim vaatleri ve tartışmaları ekonomik vaatlerle, siyasi vaatler de soyut bir yeni bir anayasa vaadiyle sınırlıydı.

Yine de yeni anayasa konusunda, eksikli veya utangaç da olsa dillendirilen vaat, Kürt meselesinde aktif taraf olma arzusu, ekonomik programların ve vaatlerin bunca detaylı oluşu, seçmeni suçlamaya vardırılmış sosyal yardımlara dair tüm partilerin özgün projelere ağırlık verişi de önemli bir olumlu ipucu taşıyordu. Başta CHP ve sonra da MHP, seçimler öncesi anti siyaset tarzı terk etmiş, siyaset masasına oturmaya karar vermişlerdi. Bu ise başlı başına bu seçim sürecinin en önemli kazanımları oldu.

Aday listeleri sorunlu

Aday listeleri ise her bir partinin kendisi açısından önemli kırılmaların ve siyasi tercih ve risklerin ifadeleri oldu. Ak Parti bürokrat ve teknokrat bir aday listesiyle, kendinin de üzerinde sörf yaptığı değişimin dinamiklerini ve bu dinamiklerin yeni temsilcilerini içine almakta gönülsüz davranmıştı. Bilinilirlik profilleri düşük, muhtemelen teknik hüner ve becerileri yüksek, devlet deneyimi yüksek, lidere biat etme konusunda hiçbir tereddüdü olmayacak bir aday listesi tercih edilmişti.

CHP listeleri daha da problemli ve tartışmaya açıktı. Siyasi çete davalarında yargılanmakta olan adaylar, yargı beklenmeden masum ilan edilerek listeye alınırken, hayatı boyunca sola nefret siyasetinin içinde ve hatta öncüsü olmuş bazı isimler ile gerçekten fikri yenilenmeye önderlik edecek profildeki adaylar aynı listelerde yan yana getirilmişti. Örgütten gelen adaylar neredeyse yok denecek kadar az iken, örgüt dışından kendi başına tanınırlık ve bilinirlik oranı yüksek ama siyasi ve fikri beraberlik tonu düşük bir aday listesi oluşturulmuştu.

MHP ideolojik yenilenmeyi dert edinmiş adayları listesine almayarak bir bakıma 13 Haziran’a dair pozisyonunu açık etmiş oldu.

Adaylar konusunda en radikal hamleyi BDP yaptı. Kürt siyasetinin İslamcı kanadından gelen partilerle beraber olmak ve bu nitelikteki adayları destekleyerek Kürt seçmen gözündeki yegane rakibi olan Ak Parti’ye ve onun bürokrat adaylarına karşı bölgede pozisyon üstünlüğü almış oldu.

Kampanya sürecinde siyaset kişiselleştirildiKampanyalar başlayınca, mitingler peş peşe gelince ve hele reklam kampanyaları da başlayınca yine zımni bir mutabakat ortaya çıktı. Partiler tüm kampanya ve mesajlarını lider figürü üzerine inşa etmeyi, örgütsel ve saha çalışmaları yerine kitleleri ikna için doğrudan pazarlama yöntemi izlemeyi tercih etmişlerdi.  Liderden, tüm aidiyet ve sınıfsal, toplumsal bağlarından koparılmış seçmenlere doğru yapılan iletişim esas alınmıştı.

İkinci ortak nokta mesajların ekonomik vaatler ağırlıklı olması tercih edilmişti. Siyaseti kişiselleştirirken yalnızca ekonomik vaatler üzerinden reklamlar,  nutuklar ve polemikler öne çıkmış oldu.

Siyasi vaatler üzerinden sert bile olsa sürdürülecek polemik ve serliklerin üreticiliği yerine ekonomik vaatlerin gerçekçiliği, yapılabilirliği üzerine sert ve kişisel polemikler öne çıktı. Bu tarzın ise üretici potansiyel taşıyıp taşımadığı ortada.

Manevi şiddet şiddete dönüşüyor

Bu kampanya süreçleri ve tercih edilen strateji ve taktik, giderek siyasi nezaket dışına çıkarken manevi şiddet öne çıktı. Ölenlere “Allah rahmet eylesin” sözünü esirgeyen Başbakan’dan, rakibinin dişlerini sökeceğini söyleyen ana muhalefet liderine tüm siyasetçiler bu yeni dili pek sevdiler. Meydanlarda kendi kadrolarını, vaatlerini, mesajlarını alkışlatmak yerine siyasi rakipleri yuhalatmak öne çıktı.

Bir başka sonuç da manevi şiddet dolu dilin giderek şiddet içermeye başlaması oldu. Örgütsel kadrolar hemen her ilde liderlerin negatif ajitasyonuyla şiddete daha da eğilimli eylemlere döndüler. Yakılan, kırılıp dökülen, basılan seçim büroları artık medyada bile haber olmuyor.

Bu genel özetleme ve değerlendirmelerden sonra, 2007 genel, 2009 yerel seçimleri ve 2010 halk oylaması sonuçlarından yola çıkarak 12 Haziran akşamına nasıl bir tablo çıkabileceği üzerine düşünmeye ve olası senaryolara bakalım.

Seçmen sayıları ve katılım 

Yine bu seçimler öncesinde de son genel ve yerel seçim öncesinde olduğu gibi, yoğun bir biçimde seçimlerde organize hile yapılacağı, seçmen kütüklerinde kasıtlı ve organize fazla seçmen yazıldığı türü iddialar dolaşıyor. Seçmen sayıları ve olası organize seçim hilesi meselesi “bizim akvaryumun” gündemini, özellikle sanal ortamdaki haberleşme trafiğini yoğun biçimde işgal ettiğine göre, önce seçmen kütükleri ve seçmen sayısı meselesine bakalım.

Aşağıdaki tabloda 80’lerden itibaren seçim yılları, o yıllardaki seçmen sayıları ve seçmen sayısının toplam nüfus içindeki oranının ne olduğunu görüyorsunuz. Bu tabloyu okurken şu bilgiyi de not edelim. 1954 seçimine kadar seçmen sayılabilmek için 22 yaşını  doldurmak gerekiyordu. Sonra 1969 seçimlerinden itibaren seçmen yaşı 21’e, 1991 seçimlerinden itibaren 20’ye, 1999 seçimlerinden itibaren de 18’e düşürüldü.     

Aşağıdaki tablo aynı zamanda Türkiye’nin temel demografisindeki değişikliği de gösteriyor. Genç nüfusumuz giderek azalıyor. Toplam nüfus içinde 18 yaşını geçmiş olan seçmenlerin sayısı ve nüfus içindeki oranı hızla yükseliyor. 2001 Seçimleri seçmen kütüğünde kayıtlı seçmenler TUİK’in ilan ettiği nüfusumuzun yüzde 68,1’ine ulaşmış durumda.

Seçim Yılları Seçmen Sayısı Seçmen / Nüfus (%)
1983 19.767.366 41.3
1987 26.328.106 50.1
1991 29.932.429 52.3
1995 34.068.304 55.2
1999 37.429.120 56.5
2002 41.291.568 59.2
2007 42.799.303 58.0
2009 48.007.000 67.0
2011 50.189.930 68.1

Bu tablodaki güncel tartışmaları da etkileyen ilginç noktaya dikkat çekeyim. 2002 Seçmen sayısı toplam nüfusun yüzde 59,2’si iken, 2007’de bu oran yüzde 58. Yani oran 7 yıllık sürede artması gerekirken azalmış, üstelik de bu azalma eğilimi tüm seçmen kütükleri oranı arasında tek. Yanlış olan oran ve seçmen sayısının 2007 seçimlerinde kullanılan seçmen kütüğü olduğunu tespit edelim. Bu hatanın nedeni, aynı zamanda bugünkü tartışmanın da kaynağı ve gerekçesi aslında… 

Çünkü 2007 seçimleri için esas alınan bilgiler 2000 yılında yapılmış olan nüfus sayımı. Biz 2007’de 7 yıl eskimiş ve güncellenmemiş kütüklerle seçim yaptık kısacası. Hatalı ve eksik olan gerçekte 2007 seçmen kütüğü idi.

Meşhur MERNİS (Merkezi Nüfus Sistemi) 30 yılı aşkın zaman ve tonlarca paraya karşın başarıyla tamamlanarak uygulamaya alınamayınca, TUİK bu kadük hale gelmiş projeyi bypass ederek ADNS’yi (Adrese Dayalı Nüfus Sistemi) geliştirdi. Artık evlere kapalı sayım yapılmayacağı da ilan edildi. 

Bu sistemin başlangıcında sistemsel ve yönetimsel sorunlar olmakla beraber, elektronik-devlet uygulamalarının çoğalması,  yayılması ve derinleşmesine paralel olarak da gelişiyor. 2008 Yılında yasal değişiklik yapılarak seçmen kütüklerinin ADNS’den oluşturulması kabul edildi. İkinci bir yasal değişiklik ile de kişiler başvurmasa bile kamu makamlarının resen işlem yapmasının yolu açıldı. Yani adresinizi taşıdınız, kimseye haber de vermedinizse bile eğer polis sizin o adreste olmadığınızı tespit ediyorsa kaydınız değiştirilebiliyor. Anımsayacaksınız Kemal Kılıçdaroğlu da halkoylamasında bu işlem sonucu kütükte olmadığından oy kullanamadı. Ya da tersi durum var. Şu veya bu nedenle kaydınızın bir yerlerde bulunmasını istemiyorsanız eskiden kaydınız olmuyordu, kaydınız kendi iradenize bağlıydı. Şimdi e-devlet uygulamaları ve TC kimlik numarası nedeniyle ister yeşil kart veya ilaç almak, ister herhangi bir davada tanık olmak, ister bankamatik kartı almak gibi sisteme herhangi bir yerden dokunduğunuz zaman ve sistemde kaydınız da yoksa kaydınız sizin başvurunuz olmadan da yapılabiliyor. Bu uygulamada kritik eşik herkesin kendi bilgilerini güncelleme sorumluluğunu yerine getirmesi. 

Asıl önemlisi de sistem sürekli güncellenerek doğruyu yakalayacak. Dolayısıyla bugünkü nüfus ve seçmen listeleri ve toplam rakamları ideal doğruya dünden daha yakın. Sonuç olarak 2002’den bugüne artış rakamı olan 8 milyonun yarıdan fazlası yaşı şimdi 18’i geçtiği için ilk kez oy kullanacak seçmenlere ait, geri kalanı da nüfus bilgilerinin güncellenmesinden dolayı. Olan hatalar ve abartılan bazı örnekler bu büyüklükteki veri havuzunun yönetimine dair bilinir hatalar ve olacaktır da. Önemli olan her bir yurttaşın kendi bilgi ve kaydına sahip çıkmasıyla en aza inecektir.

Seçime katılma ve geçersiz oy oranları

Güzide bir üniversitemizin mezunlarının haberleşme ağında şöyle bir mail dolaşıyor: “Dikkat!  Çok önemli!  Oyunuz ziyan olmasın. Yeni bir seçim hilesidir. Sandık Görevlisinin tek bir hareketiyle oy pusulasının geçersiz hale getirebileceği saptanmıştır. Şöyle ki; Oy kullanacak olan vatandaş uzaktan gelir. Pusulayı teslim edecek görevli, avını çok ince bir şekilde süzer. Eğer kendi düşüncesinden olmadığını kestirdiği birisi ile karşı karşıya ise, imza attırmak için daima elinde tuttuğu kalemi ile oy pusulasını vatandaşa teslim ettiği sırada arka tarafına “ufacık” bir çizik atar. Tüm bu olanlardan habersiz olan vatandaş seçimini yapar ve oyunu sandığa
atar. Oy sayım işlemleri sırasında pusulalar önlü arkalı kontrol edilir. Bu sırada arka tarafta tespit edilen o küçük, önemsiz gibi görülen çizik sebebiyle oy geçersiz sayılır. Çünkü işaretli oy pusulaları geçersizdir.”

50 Milyon seçmeni “av”, 180 bin sandık kurullarındaki 1 milyona yakın tüm görevlileri belirli bir ideoloji tarafından esir alınmış ve hile yapmaya teşne “avcı” olarak gören bir paranoyaya fazla söyleyecek sözüm yok. Ama seçim tarihimizin rakamlarına bakarak “geçersiz oy” meselesini irdeleyelim.

Aşağıdaki tabloda seçim yıllarına göre okuma yazma bilmeyen nüfus, seçime katılım ve geçersiz oy oranlarını görüyorsunuz. Eğitim oranından da bağımsız olarak, ortalama yüzde 84’den fazla katılım oranının ve ortalama yüzde 3’den fazla geçersiz oy oranının gözlendiğini söyleyebiliriz. Muhtemelen 2011 seçimlerinde de katılım ve geçersiz oy oranları bu mertebelerde gerçekleşecektir.

Seçim yılı Okuma yazma bilmeyen nüfus  (15+ yaş) Seçime katılma oranı Geçersiz oy oranı
1950 % 68 % 89.3 % 3.1
1954 % 61 % 88.6 % 1.6
1957   % 76.6 % 1.4
1961   % 81.0 % 3.7
1965 % 54 % 71.3 % 4.5
1969   % 64.3 % 4.5
1973   % 66.8 % 4.5
1977 % 38 % 72.4 % 3.5
1983   % 92.3 % 4.9
1987 % 24 % 93.3 % 2.6
1991 % 21 % 83.9 % 3.0
1995   % 85.2 % 3.3
1999 % 14 % 87.1 % 4.3
2002   % 79.1 % 3.9
2007 % 9 % 84.3 % 2.9

 
Kısaca 12 Haziran Pazar akşamı 41 milyon geçerli oyun dağılımını konuşuyor olacağız.

Temel sonucu belli, detay sonucu en heyecanla beklenen seçim

Bu seçimlerin en büyük özelliği, sonuçları konusunda ana rengin belli olduğu ama detaylarının en büyük heyecanlı bekleyişe yol açtığı seçim olması. Her ne kadar partilerin seçim sürecindeki beyannameleri, aday listeleri, vaatleri, söylevleri ve reklamları 2011 Türkiye’sinin geleceğini biçimleyecek yeni toplumsal uzlaşma ve yeni anayasa dışında oluştu ise de gerçek bu. Seçilecek parlamento daha ilk toplantısında Kürt meselesini konuşmak zorunda kalacak. Bu nedenle de iktidar-muhalefet rol dağılımı belli olsa da milletvekili sayıları çok önemli.
Milletvekili sayıları ise her bir parti için geçerli olmak üzere tek başına kendi oy oranına bağlı değil. Her bir ildeki ikinci ve hatta üçüncü partinin oy oranına, üç oranın bir biriyle ilişkisine bağlı.

Aşağıdaki tabloda Ak Parti ile onun dışında kalan partilerin  en yüksek olanıyla arasındaki 2007 seçimi rakamlarıyla, oy oranı ilişkisini görüyorsunuz. Ak Parti 15 ilde BDP’nin öncülük ettiği bağımsız adaylarla, 32 ilde CHP’le, 23 ilde MHP’le ve 11 ilde hem CHP hem de MHP ile çekişiyor. Bir başka deyişle Ak Parti doğuda BDP,  ortada MHP ve batıda CHP ile yarışıyor.

Birinci saptama, üç partinin tüm ülkede Ak Parti ile çekişir hale geldiğini gösterir bir bulgu ya da gözlem yok. Yani yine her bölge ve ilde farklı rekabet devam edecek. Yine de 12 Haziran akşamı bu tablonun genel deseninin değişip değişmediğine bakacağız. Sonra her bir bölgede Ak Parti ve rekabetteki diğer partinin oy oranlarında ne yönde ve güçte değişim olup olmadığına bakacağız.
Aşağıdaki grafikte bölgeler bazında yine 2007 rakamlarıyla partilerin oy oranları var. Doğudaki üç bölgede de CHP ve MHP oyları yüzde 10 altında olduğu için grafiğe alınmamıştır.   

Kürt seçmenin Ak Parti’ye karşı tavrı belirleyici

Bu grafiğin gösterdiği, seçim gecesi merakla beklenecek ikinci sonuç, doğudaki üç bölgedeki Ak Parti-Bağımsızlar rekabeti olacak. Daha açık ifadeyle Kürt seçmenin Ak Parti’ye karşı olan tavrı belirleyici olacak. 

Seçim süreci boyunca MHP’yi baraj altına itme dürtüsüyle de olsa Başbakan’ın şoven bir dil, BDP’ye karşı sert tavır tercih ettiğini gördük. Buna karşılık BDP bir yandan Kürt siyasetinin tüm renklerini kapsama ve aday gösterme çabası gösterdi, öte yandan da Kürt meselesine dair taleplerini ve çıtayı yükseltirken de sert dili tercih etti. 

Bunun yanı sıra  hem son genel, hem yerel seçim sonuçları, hem de araştırmalar gösteriyor ki Kürt seçmen içinde Ak Parti ortalama yüzde 50, BDP yüzde 40 dolayında oy alıyor. Şimdi en çok merak edilen ve 12 Haziran akşamı heyecanla beklenen hangisinin stratejisi ve taktiği işe yaradı, Kürt seçmenin tercihleri ne yönde oluştu. Kürt seçmenin tüm ülkedeki gerçekleşecek oy dağılımını ölçme şansımız yok. Fakat Kürt seçmenin tercihi üç bölgedeki toplamda 113 milletvekilinin dağılımını doğrudan etkileyecek.  2007 Seçimlerinde oluşan tabloda bu üç doğu bölgesinde toplam 116 olan milletvekilliklerinin dağılımı Ak Parti 82, bağımsızlar 22, CHP 9 ve MHP 3 idi.

Ak Parti potansiyelinin sınırlarına ve hedefine ne kadar ulaşabilecek? Ak Parti’nin her ilde ve bölgede belirli bir oy oranını yakaladığı biliniyor. Aşağıdaki grafikte 2007 genel, 2009 yerel seçimlerindeki bölge bazında Ak Parti oy oranları görülüyor. Dikkat edileceği gibi oyunun düştüğü 2009 yerel seçimlerinde bile en düşük oy aldığı bölgede oyu yüzde 31,2 oranında.

Grafikte ayrıca Eylül 2010’daki halk oylamasındaki evet oyları da var. Ak Parti seçim sürecine girerken en azından ulaşabileceği en üst potansiyel olarak bu oranları hedeflemişti. Bu seçimde Ak Parti’nin oy oranları çizgisinin o yeşil çizgiye ne kadar yaklaşmış olduğu önemli. Ama Ak Parti açısından daha da önemlisi görece düşük olduğu ve muhtemelen CHP oyunun da bir miktar artmış olacağı beklenen İstanbul, Batı Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde oy oranının nasıl gerçekleşeceği.


Ak Parti için merakla beklenen asıl sonuç oy oranından da öte milletvekili sayısı olacak. Ak Parti’nin ilk hedefi 330 milletvekiline ulaşarak Anayasa’yı meclis gündemine getirebilmek. Eğer mümkün olursa da 367’yi aşmak. 12 Haziran akşamı merakla bekleyeceğiz.

CHP’nin nerede ve ne kadar oy artıracağı önemliKemal Kılıçdaroğlu’nun vurguladığı “Yeni CHP’ oyunu ne kadar ve hangi bölgelerde artıracak? CHP’nin öncelikli hedefi milletvekili sayısından çok parti içi dengeler açısından yüzde 30 oranını aşmak. Sonra ikinci hedef Ak Parti’yi 330 milletvekili altında bırakacak milletvekili kazanmak.
Yeni CHP’nin, siyaseten bir araya gelmesi mümkün olmayacak isimlerin bir arada olduğu aday listelerinin, Genel Başkanlarıı neredeyse her ilçede miting yaparken çalışmayıp seyreden örgütlerinin, bolca vaatlerinin, bir yandan entelektüel çaba harcanan raporlarının, öte yandan da bu raporlardan hiç söz etmeyen nutuk ve büyük bütçeli reklam filmlerinin ne sonuçlar vereceğini merakla bekleyeceğiz… 

CHP artırdığı oyunu yalnızca İstanbul, Batı Marmara ve Ege’den mi sağlayacak yoksa diğer bölgelerde de kayda değer oy alacak mı? 

2007 Seçimlerinde en yüksek oy oranına ulaştığı 14 ilde, CHP yüzde 29,4 oy oranıyla 181 milletvekilliğinin 65’ini kazanmıştı. Şimdi bu 14 ilin milletvekili sayısı 201’e yükseldi. Yüzde 20-25 oy aralığında kaldığı ikinci grup 14 ilde de 71 milletvekilliğinin 18’ini kazanmıştı. Bu seçimde anılan ikinci grup 14 ilde milletvekili sayısı 72’ye yükseldi.

CHP oy artışını yalnızca bu 28 ilden sağlarsa başka, tüm ülkeden sağlarsa başka milletvekili dağılımı gerçekleşecek.

Sonuç olarak 3 gün sonrası akşam sonuçları göreceğiz. 

Kişisel umudum partilerin ve liderlerin seçmenin oyunu ve isteğini doğru okuyacakları. Yine kişisel umudum partilerin uzlaşmayı ve toplumsal mutabakatın gerekliliğini anlayacakları. Eğer partiler ve liderler kendi siyaset zihniyet ve tarzlarında bu mutabakatın gerektirdiği değişimi gerçekleştirmeyi becerebilirlerse bu seçimlerdeki oranların ya da sayıların önemi kalmayabilir. Önümüzde yeni bir hayatın ve toplumsal mutabakatın hukukunu üretme fırsatı açılabilir. Ya da tersi.

13 Haziran sabahı göreceğiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.