WikiLeaks, Julian Assange, Felisa Wolf-Simon ve yeni zihin haritaları

“What I Know Is..”, (“bildiğim şu ki…”) baş harflerinden oluşuyor “wiki” kelimesi. “Leaks” ise çatlak, su sızdıran yer anlamında. Adından da anlaşılacağı gibi wikileaks sızmış, sızdırılmış belgeler, görüntüler yayınlayan bir site. Gazeteciliğe, medyaya yeni bir yaklaşım, yeni bir alternatif olarak dört yıldır var ama bu kadar hayatımızın içine sızması geçen hafta yayınlamaya başladığı belgelerin içeriği, çokluğu ve etki alanının büyüklüğüyle oldu.  Alternatif derken kastettiğim onların yerini alan değil onlara eklemlenen yeni bir mecra, alan.  

Kurucularından birisi ve ortalıkta görünen yüzü Julian Assange, yaptıkları işe ve yarattıkları etki alanına dair diyor ki “dünya medyası o kadar berbat ki, küçük bir grup aktivist kadar olamıyor.” Assange ekliyor, “medyanın belgeleri incelemesiyle ortaya çıkanlar ve gösterilen tepki o kadar büyük ki, açıkçası bizim olup biteni anlama gücümüzü gölgede bırakıyor.” 

Bu süreç bence yalnızca medya, gazetecilik, analizcilik ve yorumculuk için bile çok öğreticiydi. Belgelerin nasıl yayınlanacağı, nelerin yayınlanacağı, belgelerdeki hangi bilgilerin çıkarılacağı, hangilerinin yayınlanacağı üzerine bile müthiş dersler vardı. Ama hala bizim medyamız bu tartışmalardan ıraktaydı. 

Wikileaks’in belgeleri yayınlamak için anlaştığı beş gazeteden birisi olan İspanyol El Pais gazetesinin yayın yönetmeni Javier Moreno diyor ki “hükümetleri ve iktidarları rahatsız edici durumlardan kollamak gibi herhangi bir yükümlülüğümüz yok”. The Guardian’dan Simon Jenkins, “Devlet sırrını medya değil devlet korur” diyor ve ekliyor “medyanın, muktedirleri utanç verici durumlardan korumak gibi bir görevi yok”. Jenkins yayın ölçülerini şöyle açıklıyor, “iki hususu göz önünde tutmak zorundaydık, bireylerin veya kaynakların hayatı riske sokulamazdı; süre giden askeri operasyonları veya özel kuvvetlerin yerlerini açık edebilecek belgeler yayımlanamazdı”. 

Şu kadarcık sade ve basit ilke ile bizdekileri kıyaslayın. Örneğin son yıllarda peş peşe yayınlanan ve devletin kirli çamaşırlarını, çetelerini anlatan kitapları düşünün. Bu kitapların yazarı olan gazeteciler neredeyse her gün topluca bir ekrandalar ve tartışıyorlar bağırarak: “Kimin kitabını hangi polis şefi yazdı ya da tersi hangi polis şefinin kitabını hangi gazeteci yazdı?” “Hangi kanat/klik/çete/cemaat kimi harcamak için belge ve bilgileri gazeteciler üzerinden manipüle ediyor?” Okurun yorumuna gerek yok onlar birbirlerini deşifre ediyor yetmiyor, haklıyor, bu da yetmiyor ekranda bile birbirinin üstüne yürüyor. 
Yine Assange’e başvuralım. “Tecrübelerim bana, insanlar bloglarına veya sosyal paylaşım ağlarına siyasi yorumlar yazdıkları zaman (ben buraya ekleme yapayım derin devleti anlatan yazı, kitap yazdıkları zaman) amaçlarının aslında bu olmadığını söylüyor. Tersine, amaçları günün konusu neyse kendilerini aynı görüşü savunanların arasında konumlandırmak. Bunu en etkin ve en ekonomik şekilde yapmanın yolu, etrafta dolanan ve zaten oldukça büyük bir takipçi kitlesi oluşturmuş olan hikâyeyi almak ve bu konuyu desteklediğinizi veya desteklemediğinizi söylemek.”

Felisa Wolf-Simon ve yeni hayat unsuru olarak bir öldürücü element: arsenik
Yine bu hafta öğrendik, Felisa Wolf-Simon, arsenik içinde yaşayan ve arseniği DNA ve hücre yapısına katarak yaşayan bir canlı türü keşfetti. Bu keşfin açıklanmasına kadar yaşamı oluşturan altı element olarak hidrojen, oksijen, azot, karbon, fosfor ve kükürdü biliyorduk. Keşfi açıklanan canlı yalnızca arsenik içinde yaşamıyor aynı zamanda arseniği DNA ve hücre yapısına kadar yaşamını sürdürüyor.

Bu keşfin yalnızca kendi bilimsel disiplin alanında nasıl bir çığır açıcı etkisinin olacağını o disiplinin akademisyenleri düşünsün. Beni ilgilendiren bu keşfin sosyal ve toplumsal bilimlere yansımasının neler olacağı. Gündelik yaşamda, toplumsal ilişkilerde, siyasette anlamlandırmaya çalıştığımız olayları, ilişkileri, aktörleri anlama modellerimizde neleri değiştireceğini göreceğiz yakın zamanda.

Kategorik olarak yanlış, anlamsız, zararlı, ölü sandığımız nelerin aslında gündelik hayatımızda var olduğunu, neleri nasıl etkilediğini yeniden düşünmek zorunda kalacağız. 

Bizim anlama ve tartışma zeminlerimizde kuantum fiziğinin, kaos veya oyun teorilerinin etkileri de az görülür hala. Kuantum fiziğiyle, ışığın düz bir hat üstünde hareket etmesi kadar sıçramalar yaptığını da öğrenmiş, sosyal bilimlerde ve gündelik hayatta her şeyin neden-sonuç ilişkileri üstünde düz bir çizgi ile hareket etmediğini anlamıştık. Hala “bizim akvaryumda” bu anlamlandırma bile pek makbul değildir ama olsun. Hayat kendi iç kuralları ve ritmiyle akıyor, bizim onu anlama ve anlamlandırma çabalarımızdan, modellerimizden bağımsız olarak.
Wikileaks belgelerinin ve Felisa Wof-Simon’un keşfinin açıklanmalarının aynı haftaya gelmesi bile hayat zilinin daha bir güçlü çalışı ve bizleri ve zihinlerimizi uyandırma gayreti belki de.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.