Şener Şen’in başrolünde olduğu Selamsız Bandosu filmini hatırlayacaksınız. Türk sinemasının en iyi “kaybedenler” filmlerinden biridir. Selamsız kasabası, yurt gezisine çıkan Cumhurbaşkanı’nın treninin kasabalarından geçeceğini öğrenir. Umutlarını yitirmiş bir halde yaşayıp gitmekte olan kasabalılar sorunlarına dikkat çekebilecekleri umuduyla heyecanlanırlar. Cumhurbaşkanı’nın kasabalarına uğraması için bir tören düşünürler ve bu tören için de Belediye Başkanının fikriyle bando oluşturmaya… Okumaya Devam Et
Nüfusunun yarısı canınızı sıkan bir ülkede ortak hayatı savunmak
Gündelik hayat, bireysel gelecek, ülkenin ve ortak hayatın geleceğinin en büyük özelliği belirsizlik. Daha doğrusu bilinemezlik, kesin hükümlerle önceden kestirilemezlik. Çünkü hayat eskisinden daha karmaşık. Milyonlarca tekil karar ve eylemin her biri, herkesi ve tüm hayatı etkileyebilme potansiyeline sahip.
Çatışma, gerilim, değişim
Denir ki, hiçbir kar tanesi bir diğerine benzemez. Tek bir kar tanesini elimizde tutamayız, şeklini çıplak gözle göremeyiz. Parmaklarımızın üzerinde ağırlığını veya ıslaklığını bile hissedemeyiz. Ama o ağırlığı ve şekli belirsiz kar taneleri birikir. Birikir ve tek birinden beklenmeyecek, algılanamayacak bir güce ulaşır.
Yerinden yönetim mi özerklik mi?
Nedense sorunları konuşmaya ve tartışmaya tersten başlıyoruz. Bu tartışma tarzı nedeniyle de politikaları ve kavramları hak ettiği biçimde konuşamadığımız için içlerini boşaltıyor, anlamları dışına götürüyoruz. Üstüne kutuplaşma nedeniyle, bu tersinden tartışılmakta olan mesele ve kavramlara dair pozisyon alışlar ve pozisyonuna aşık oluşlar başlıyor.
Bazı durumlarda kutuplaşma kaçınılmazdır
Yaşanmakta olan siyasal kutuplaşma meselesini ne kadar önemsediğimi okur da biliyor. Ağırlıklı olarak dikkat çekmek istediğim, ötekileştirici, çatışmacı ve giderek önce manevi şiddete sonra da şiddete meyleden siyasal ve toplumsal psikoloji. Yaşanan siyasal kutuplaşma Ak Parti yandaşlığı ve karşıtlığı eksenine dönüşmüş ve bu eksene sıkışmış halde.
Bir partiye mi, düzene mi muhalifsiniz?
Son yıllarda sıkça konuştuğumuz kavramlardan birisi ülke siyasetinde muhalefet boşluğu olduğu. Geçen hafta bir televizyon kanalı da gelip, aynı soruyu sorduğunda ben de karşı soru sordum: Muhalefetten kastınız ne? Neye muhalif olmayı konuşuyoruz? Muhalif olmanın günümüzde iki anlamı var, düzene muhalefet ile iktidar partisine muhalefet. Bu ikisi bir birine karışmış durumda.
Dip dalga mı kışkırtma mı?
İnegöl ve Hatay olayları sonrası manşetler yine bildik: “oyuna gelmeyelim” vb. Kim yazıyor bunları, bir gün önce karşı görüşte olanı, kimliği farklı olanı hain diye damgalayanlar. Ekranlar da “ne oluyor bize” başlıklı tartışma programları. Konuşmacıları kimler, bir gün önce tükürükleri kameralara gelecek kadar bağrışanlar.
Referanduma giderken durum analizi
Anayasa değişiklik paketinin içeriği üzerine uzmanlarından, siyasetçilerden ve köşelerden yeterince şey okuyoruz. Bu yazıda referandumun siyaset tarafına bakmak istiyorum ben. Var olan siyasi aktörler, partiler ve sivil toplum örgütleri neredeyse “evet” – “hayır” cepheleri şeklinde ikiye ayrılmış durumdalar. Partiler üzerinden bakıldığında, partiler de “evetçiler”, “hayırcılar” ve “boykotçular” olarak üçe ayrılmış durumda.
Parayla saadet olmazmış
Haber şöyle: “Araştırma şirketi Gallup, 2005-2009 yıllarında 155 ülkede yaptığı mutluluk araştırmasını açıkladı: En mesutlar Danimarka’da, en bedbahtlar Togo’da, Türkiye yüzde 13 ‘memnuniyet’le 103’üncü… Araştırma ‘iyi hissetmenin’ iki boyutu göz önüne alınarak yapıldı.
Yeni bir anlam dünyası olarak ‘Türkiye fikri’
Deniz Ülke Arıboğan geçenlerde Akşam gazetesindeki köşesinde, Carol Negro’nun American Thinker’da yazdığı ‘Amerika’nın Sırrı’ yazısından esinlenerek “Türkiye bir fikirdir” başlıklı bir yazı yayınladı. Bu yazıyı biraz temenni biraz umut ama günün siyasi gerçeklerine de uymayan, çokça da ilham verici bir gelecek vaat eden bir ülke tanımı olarak okudum ben.