İş dünyası değişimi kendi hayatından ibaret görüyor

İş dünyası ve yöneticiler henüz tam olarak ne muhafazakâr modernleri ne de muhafazakârlığı tam anlayabildiler. Çünkü muhafazakârlığı anlama çabalarını doğuran dürtü, müşteriyi tanımak çabasından değil, ülkedeki politik gerilimin kendi işlerine ne kadar yansıyacağını anlama çabasından. En azından benim gözlemim bu yönde. O yüzden de kısa yoldan, popüler ve spekteküler bir dilden anlamaya çalışıyorlar. Son otuz yıldır ülkenin ve toplumun yaşadığı değişimi anlamak ve anlamlandırmak ihtiyacı duymadılar ve hala da duymuyorlar.

Çünkü bazı ülke gerçeklikleri onlara da bu anlama ihtiyacını dayatmadı. Ülke nüfusunun yüzde yirmilik bir dilimi TUİK verilerine göre ülkenin ürettiği gelirin yarıya yakını alıyor. Eğer kayıt dışı geliri, bu kayıtdışılığın ağırlıklı olarak emek gelirinde değil sermaye gelirinde oluştuğunu da dikkate alırsanız, yüzde yirmilik dilim büyük olasılıkla tüm gelirin yüzde altmışını aldığını kestirebiliriz.

Ülkenin rakamalarının büyüklüğünü ıskalıyoruz

Gündelik hayatta ülkenin rakamlarının büyüklüğünü ıskalıyoruz genellikle. Örneğin vicdani reddi onaylayan yüzde 10 diyerek bir şekliyle küçümsüyoruz ama bu yüzde 10’nun 51 milyon yetişkin içinde 5 milyonu aşkın kişi olduğunu ve bu 5 milyonunu küçümsenemeyecek bir büyüklük olduğunu dikkatten kaçırıyoruz. Benzer şekilde yüzde yirmilik hane dilimi demek 15 milyon hane içinde 3 milyon, 51 milyon yetişkin içinde 10 milyon kişi demek. Ve bu 10 milyon kişinin geliri kendi başına Avrupa’nın zengin ülkelerinin çoğundan büyük bir kitle ve pazar demek.

Dolayısıyla bu 10 milyonluk, geliri Avrupa ortalamaları da üzerindeki kitlenin tüketimi, tercihleri ve lüks talepleri kendi başına kayda değer bir büyüklüktür. Yani Avusturya da kaç adet lüks otomobil satılıyorsa, kaç adet ultra lüks konut talebi varsa bizdeki yüzde yirmilik diliminde o büyüklükte talepleri vardır.

Hedef müşteri kitlesi büyüyor

Sanayi toplumunun modern kodlamalarıyla davranan ve tüketen bu pazarın büyüklüğü ve talepleri iş dünyasının geri kalan yüzde sekseni ihmal ederek yürümelerinde bir sorun yaratmamıştı. Fakat son yıllarda hem ekonomik gelişme hem de toplumsal gelişme bu yüzde yirmilik ilk dilimin kompozisyonu da karakterini de değiştiriyor bir yandan. Öte yandan iş dünyası da şimdiye dek ihmal ettiği diğer yüzde sekseni tüketici olarak dikkate almaya çalışıyor. Çünkü artık müşteri tabanını yaymaya, satışını ve karını artırmaya çalışıyor.

Şimdiye dek yalnızca seçimden seçime oy tercihini merak ederek baktığı o yüzde seksen, en azından o yüzde seksenin bir kısmı daha, şimdi müşteri olarak ilgi alanına kayıyor. Seçmen olarak “cahil” diye tanımladıkları, müşteri olarak “yalnızca hayatta kalmak için tüketenler” olarak tanımladıkları, şimdi en azından birçok sektörde doğrudan ilgi alanında. Örneğin cep telefonundan bilgisayara, uçak yolculuğundan otomobil sahipliğine birçok ürün ve hizmet tüm farklılıklara karşın toplumun geliri en yüksek yüzde yirmilik diliminden daha fazlası tarafından talep ediliyor artık. Ve şimdi iş dünyası yeni müşterilerini tanımadığını farkediyor.

Ramazan çadırlarından ve kandil simidinden ibaret sandığı din, yalnızca evin camına bayrak asmaktan ibaret sandığı ulusal onur, gurur gibi duygular, yalnızca siyasi sandığı kutuplaşmanın toplumsal hayata kayışı ve hatta tüketim tercihlerine bile etki eder hale gelişini henüz anlamlandıramıyor. Geniş kitleyi ve popüler olanı yalnızca lümpen bir dil ve tarz ile tanımlıyor, kendisinin de lümpen bir dil ve tarzdan onlara ulaşabileceğini sanıyor.

Lümpenlik üzerinden tüm bir değişim mahkûm ediliyor

Örneğin toplumun ne korkularının ne de umutlarının ne olduğunu biliyor. Toplumun neyi “ayıp” saydığını, neyi “günah” diye tanımladığını, neyi “suç” olarak gördüğünü bilmiyor. Batıdaki müşteri tepkileri içinde kayda değer ağırlığı olan “çevre duyarlılığını”, “çocuk işçi çalıştırmayı”, “kürk kullanımına tepkileri” yabancı literatürden okuyor, öğreniyor, biliyor ama kendi toplumunun duyarlılıklarını bilmiyor, anlamıyor.

Anlamadığı ve bilmediği bir dünya da iş dünyasının yöneticilerini tedirgin ediyor. Toplumu anlamaya çalışmak yerine de kısa yoldan iktidar partisine göre hiza alırsa toplumu da yakalayacağını sanıyor. Yani her zaman olduğu gibi kısa, kolay, popüler ve spekteküler yoldan önündeki meselenin çözümünü bulduğunu sanıyor.

Ak Parti iktidarı değişimin nedeni değil sonucu

Asıl can alıcı yanılgıyı ise toplumsal değişimi Ak Parti’den ibaret ve Ak Parti üzerinden pozisyon alarak anlamaya çalışıyorlar. Ak Parti’nin varlığının değişimin sonucu olduğunu değil, nedeni olduğunu düşünerek yapıyorlar.

Geçenlerde bir toplantıda, genç ekonomi profesörü iş dünyasının yöneticilerinden bir gruba ekonomi üzerine konuşurken, “Türklere al (satın al) geldi” diyerek tüketimin tasarruftan fazla oluşunu anlatıyordu. Örneğin Konda Barometresi bulgularıyla söyleyeyim, bu “al” duygusunun ardında varolan, toplumun beşte üçünün ülkenin geleceği konusundaki “iyimser” beklentilerini, beşte üçünün ülkedeki işlerin “iyiye gittiği” algısını dikkate almadan “al geldinin” nedenlerini anlayamazsınız.

Ya da gençlerin işlerinde yönetime katılmaktan daha çok “keyif almak” duygularının farkında olmazsanız “personel bölümlerinin” adını “insan kaynakları” diye daha sükseli isimlerle değiştirmekle yetinmiş olursunuz.

İş dünyası ülkede yaşanmakta olan siyasal kutuplaşmanın toplumsal kutuplaşmaya dönüşmekte olduğunun, her dört tüketiciden birisinin “kendisinin siyasal ve kültürel kimliğine” muhalif olarak algıladığı ve bu nedenle satınlamyacağı bir marka, ürün ve şirket olduğunun farkında da değil hala.

Galiba iş dünyası, girişimcisiyle, sermayedarıyla, yöneticisiyle kendi akvaryumunun dışındaki hayatı biraz daha içtenlikli bir niyetle anlama çabasına girmesi gerekiyor. Yalnızca “Ahmet”,  “Mehmet’i” anlamaya çalışmak yerine “Ahmet ile Mehmet’in ilişkisini anlamaya çalışmadıkça, “Ahmet’i” yalnızca eğitimi ve geliriyle anlamaya çalıştıkça, müşterisini kendi akvaryumun değerleriyle tanımlamaya çalıştıkça daha çok siyasi ve ticari hata ve gaf göreceğiz. Toplumdaki farklılıkları, bu farklılıkların ortak kesenlerini, paydalarını aramak, bulmak yerine kendi doğruları üzerinden ticari politikalar da siyasi politikaları gibi daha çok çuvallayacak. Borusan örneğindeki gibi yol kazalarına daha çok uğrayacak. Üstelik de bu yol kazaları giderek özür dilemekle geçiştiremeyeceği boyutlara da gelecek.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.