Son çıkıştan önce bir çıkış daha var

Son bir aydır, dış politikadaki gelişmeler ve gerilimler, artık tamamen hukuk kuralları dışına çıkıp siyasallaşmış yargı kararları ve şimdi de PKK’nın şehirlerde ve siviller de dahil saldırılarıyla başka bir evreye geçmiş Kürt meselesi ve terör meselesi…

Ben tüm yaşananların birbiriyle bağlantılı, bir birinin nedeni veya sonucu olduğunu düşünüyorum.

Kastettiğim şey, “birileri masa başında, hep beraber bunları planlıyor” türü komplo teorilerini haklı çıkarmak değil. Aksine böylesi komplo teorilerinin birilerinin kafalarında ve davranışlarında yeri olsa bile hayatta karşılığının olmadığını düşünüyorum. Fakat eğer ülkenin yakıcı bazı sorunları 30 yıldır, 40 yıldır ve hatta bazıları kuruluştan beri sürüyorsa ve siz hala bu sorunları ne çözebilmek ne de yönetebilmek konusunda yeni bir beceri geliştiremediyseniz, işlerin kontrolden çıkmasında sürpriz bir şey yok.

PKK saldırılarının Haziran ile beraber patlayacağını, şehirleri de sivilleri de kapsayacağını bilmeyen, söylemeyen var mıydı?  Herhalde artık herkes şunu kabul ediyor: 1. Kürt meselesi artık böyle çözümsüz sürdürülemez. 2.Kürt meselesi teröre rehin edilerek de sürdürülemez. 3.Ülke hayatı böylesi sert ve acımasız bir kutuplaşma psikolojisi ve diliyle de yönetilemez, sürdürülemez.

Bu üç saptamanın aksini düşünüyorsanız, “köprüden önce son çıkış” diye kodlanan şeyin adını koyalım. Ülke bir iç savaşa gidiyor. Yazması, söylemesi çok acı ama durum böyle. Üstelik hala ana gerilim hattı olarak PKK ve terör konuşulurken gerçek gerilim hattı bu değil. Gerçek gerilim hattı, nasıl olursa olsun iktidarı düşürmek isteyenlerle nasıl olursa olsun iktidarı sürdürmek isteyenler arasında. İktidarı düşürmek için ruhunu şeytana bile satmaktan çekinmeyecek hale gelenlerle, iktidarını sürdürmek için her yolu, her suçlamayı, her kavgayı meşru görenler arasında. PKK ve terör, daha geniş zeminde de Kürt meselesi bu hesaplaşmanın meşru zemini yalnızca.

Böylesi bir çatışmanın hangi kıvılcımla, olayla başlayacağını bilemesek bile şehirlerde ve sivillere yönelik saldırılarla tırmanacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Fakat çatışmanın yalnızca etnik şovenlerin rol aldığı bir sahne olmayacağı da açık. Başlangıç nedeni ne olursa olsun, çatışmanın daha ertesi gün karakter değiştirip, Türk-Kürt çatışması mı, laikçi-dinci çatışması mı, yoksul-zengin çatışması mı, varoşlar-merkez çatışması mı olduğunu bile anlayamayacağımız bir evreye dönüşeceğini kestirmek için büyük siyasetçi veya büyük bilim adamı olmaya gerek yok. Bunca gerilimin bu kadar yüksek tansiyonla sürdürülebilmesi artık olanaksız.

Çözüm de, demokratikleşme de, barış ve huzur da yine bu mesele zemininde üreyecektir.

Ben hala köprüden önceki son çıkıştan evvel de bir çıkış şansımız olduğunu düşünenlerdenim.

Bunun yolu da siyaset ve sivil toplumdan geçiyor. Son birkaç gündür bazı sivil toplum örgütlerinin açıklamalarını umut verici küçük kıvılcımlar olarak görüyorum. Fakat bu yetmez. Hangi siyasi felsefeden, hangi hayata müdahale yollarını kullanırsa kullansın, hayatın hangi derdini kendine amaç edinirse edinsin, daha çok sivil toplum örgütü katılımıyla daha etkin bir yol haritası bulmalıyız.

Birbirini anlamaya çalışarak, farklılıklarını baştan kabul ederek, diyalog ve işbirliği yollarını geliştirmeliyiz. Ancak bu yoldan siyasete etki etme alanları yaratabiliriz. Üstelik bu girişimler yalnızca imza toplayıp, açıklama yapmaktan öteye taşınmak zorunda.

Türkiye hiç de azımsanmayacak bir sivil toplum deneyimine, çoğulculuğuna ve dinamiğine sahip. Ama bu sivil toplum birikim ve gücünün en büyük  handikabı ortak iş yapma becerisinin gelişmemiş olması. Hangisinin hangi cenahta olduğuna bakmaksızın herkes, bir araya gelişin, barışın dilini üretmenin yolunu bulmak zorunda.

Çünkü gelen günlerin kazananı olmayacak. Hep beraber kaybedeceğiz!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.