Sivil siyaset

İsrail’in gemilere saldırısı üzerine değil, Gazze’de yaşanmakta olan insanlık dramından yola çıkarak bazı meseleleri konuşmaya ve düşünmeye devam edelim.

Birincisi sivil siyaset alanında “niçin sol fikri gelenekten gelen örgütler, kişiler ve fikirler zayıf” sorusu önümüzde duruyor. Sivil toplum alanı son otuz yıldır gelişen ve karakteri değişen bir alan. Sol, oldum bittim her şeyi devrim ve devleti ele geçirme odaklı bir siyaset izledi. Bu yaklaşım gündelik hayatın dertlerini hep devrimin ertesi gününe bırakan, temel çelişki çözülmeden o gündelik dertlerin çözümünün olamayacağını savunan bir çizgi izledi.

Zap suyuna köprü inşa eden hareketten giderek gündelik hayattan kopan bir sol anlayışa gelindi. Özellikle son otuz yıldır gelişen sivil toplumcu zihniyet ikliminin dünyadan ve zamandan beslenen rüzgarının evrenselliği ıskalandı, serbest piyasanın, küreselleşmenin ve neo-liberal politikaların yeni taktiği olarak algılandı. Bakın çevrenize, şu anda gündelik hayatımızda etkili olan ve sol ütopyadan beslenen sivil toplum örgütü örneği o kadar az ki. Yardımlaşma, ağaç dikme, çocuklara eğitim bursu vb. hamleler bıyık altından küçümsendi, en azından önemsenmedi.

Ülkedeki yoksulluğa gündelik müdahale çabaları önemsenmedi örneğin, temel sistem değişmeden bu müdahale çabaları da hep küçümsendi. Şu anda ülkede etkin ve başarılı olarak ortada olan, sol felsefeden beslenen kaç etkin sivil toplum örgütü var? Bu alanlar şaşırtıcı biçimde İslami örgütlenmelere terk edildi.

Bu gündelik hayattan kopuş hem entelektüel enerji hem de insan kaynağı olarak yenilenme yollarını da kapattı. Gündelik hayatın içinde var olmamış, gündelik hayatın somut dertlerinden beslenmemiş hareketler fikri ve insan kaynağı olarak kendini geliştirme ve çoğaltma yollarını kendi elleriyle kapatmış oldu.

İkinci temel eksiklik, tüm dünyada da (Berlin duvarı yıkılışı sonrası olarak da kodlayabiliriz, isterseniz) yeni hayatın yeni modelleri ve politikaları tartışılırken, “12 Eylül darbesinin üzerimizden tank gibi geçtiği gerekçesiyle” bu yeni meselelerle ilgili tartışmalara katılmanın yollarının üretmek konusunda heyecanlı davranılmadı. “Neo-liberal politikalar”, “sermayenin yeni oyunu olan küreselleşme” tanımlamalarıyla düşünmeye ve konuşmaya başlamak eski bildiğimiz deyim, kavram ve modellere sadık kalmanın gerekçesi. Temsili demokrasinin katılımcılığa, yönetimin yönetişime, yerel yönetimlerin yerinden yönetime, sonuçları yönetmeye çalışmanın süreç yönetimine  dönüştüğü, zihniyet değişimi ne yazık ki bizde doğru dürüst tartışılamadı bile. Giderek entelektüel anlamda da eylem alanında da dünyadan kopukluk oluştu. Örneğin Bosna katliamı sırasında da Türkiye’de etkin ve başarılı bir sol girişimden müdahale veya protesto çabası olmadı.

Değişen gündelik hayatın ritminin ürettiği düşünce sistematiğimizdeki değişimler, eski kavramlardan üretilmiş söylemlerle püskürtüldü. Sendikacılık anlayışındaki değişimleri tartışmak yerine başarısızlığın nedeni olarak hala yürürlükteki 12 Eylül yasalarına sığınmak kolay geldi. Eski bildik dayanışma anlayışındaki mekansal, örgütsel ve zihinsel değişimi kavramak, kendimizi buna göre yenilemek, örgütlenme modelini geliştirmek yerine, eski işkolu-işyeri-işyeri temsilcisi örgüt modeliyle, eski kaynağından kesilen aidat mantığıyla devam edildi. Sade bireylerin, yurttaşların ve gündelik hayatın bu değişimleri yaşamadığı varsayıldı. Eski toplumun, eski bireyinin, eski zihniyet ve davranış kalıplarıyla hayata devam ettiği zannı, yapılanların ve yapılamayanların gerekçesi oldu.

Üçüncü eksiklik de ilk ikisinden üreyen bir eksiklik. Var olan politik hareketler, dünyaya kafa tutmaya, soru sormaya kendini hazırlayan; son derece hareketli, duyarlılık noktaları değişmiş olan genç insanların karşısında; köklü ve değişmez, değiştirilemez imajı veren yapıları ve zihniyetleri ile ayakta duruyorlar. Eski örgüt, örgütlenme modeli, örgüt disiplini gibi kavramların içeriklerindeki değişim kavranamadığı için bu kavramlar gerekçe yapılarak gençlere çağrılar yinelendi hep.

Gençlere var olan rol dağılımında, onlara tanımlanmış zaman diliminde ve yine onlara büyüklerinin tanımladığı işleri yapmalarının gerektiği dayatıldı.

Genç insanlar var olan politik yapılanmalar içinde kendilerini ifade etmek veya politika oluşturmaya katkıda bulunmak gibi fırsatların kendilerine tanınmadığı noktasına geldiler, giderek politikayı kendileri dışında işe yaramaz bir yapı olarak görmeye başladılar. Siyaset ve politik hareketler, örgütler genç enerjiden faydalanamaz hale düştü ve giderek de güdükleşti.

Bu meselelere dair daha çok şey konuşmamız, düşünmemiz gerek. Ama bu yenilenmeyi yapamaz isek ne kendi ülkemizin ne de dünyanın geleceğinde iddialı olmak mümkün değil. Bizlerin olmadığı dünyada da meydan  “Yeni bir dünyanın şekillenmekte olduğunu ve Gazze’ye özgürlük filosunun, bu sürece önemli bir katkı teşkil ettiğini, Cenab-ı Hakk’ın bizi büyük bir devrimde enstrüman olarak kullandığını iliklerime kadar hissediyorum”  diyenlere kalıyor.  Bu söze ve zihniyete karşı korku üretmekten başka bir şey yapacak mıyız?

“Önce insan” diyebilecek miyiz örneğin? Ya da “önce demokrasi, hemen şimdi!”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.