Aklında kalacağına karnında kalsın

Yukio Mişima, “Bir maskenin itirafları” isimli otobiyografik romanında, büyükbabasının, valilik görevini bırakışından sonrasını şöyle anlatır: “O günden sonra ailem baş aşağı gitmeye başlamış. Ama bunu öylesine umursamamaya başlamış ki, düşüşünü hızlandırmak için handiyse elinden geleni yapmış diyeceğim; büyük borçlanmalar, vadesi gelip geçen ipotekler, aile emlakinin satılması ve sonunda, mali güçlükler büsbütün artınca da aşırı bir kendini beğenmişlik…”

Bu giderek yok olurken kendini beğenmişlik betimlemesi beni etkilemişti. Çünkü tam “CHP, Değişmek ya da değişmemek” yazı dizisini hazırlarken okumuştum ve bana bu ruh hali tam da CHP’yi ve Baykal’ı anımsatmıştı.

Kaset skandalından bu yana iki hafta geçti ve medyada müthiş bir Kılıçdaroğlu rüzgârı var. Ben henüz bu rüzgârın genel kamuoyunda değil, medyada ve CHP çevresinde olduğunu düşünüyorum. Böyle olması da doğal, tabi ki önce böylesi bir değişikliğin kendi çevresinde heyecan yaratması beklenir. Bu değişikliğin siyasete ve ülke hayatına ne getireceğini ise gelen günlerde göreceğiz.

Benim doğup büyüdüğüm yörelerde bir söz var: “aklında kalacağına karnında kalsın” derler. Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başında görme arzusu en azından Kurultay sabahına kadar bence böyle psikolojinin ürünüydü. CHP çevresinde Ak Parti karşısında başarılı olunamayacağı inancı yüreklerinin bir yerinde hep vardı. Bir yandan da Baykal ve onun satır satır oluşturduğu örgütüyle CHP alternatifi üretilemeyen, aşılamayan bir gerçeklik olarak önlerindeydi. O zaman da CHP’nin kendi içinden bir değişim umudunu diri tutmanın bir aracı olarak Kılıçdaroğlu ismi hep gündemdeydi.

Şimdi bir değişim mücadelesiyle değil, skandal bir kaset vesilesiyle Baykal’dan kurtulmanın yolu bulununca, herkes tüm gücüyle gaz veriyor, kendi sesinden de gaza geliyor. Şu ana kadar olan rüzgâr henüz değişimin rüzgarı değil, bir CHP’li yazarın yazısının başlığıyla “Ak Parti’den kurtulma hareketine davet”. Yani gerçekte tam söylenemeyen bir umut ve iddianın filizlenmesinden çok Ak Parti’yi dengelemek yolunun bulunmuş olması. Hiç olmazsa artık kendini sosyal demokrat bir parti sanırken, MHP gibi şoven bir partiyle ittifak yapmak, aynı pozisyonda olmak, seçimden koalisyon çıkarmak umutları taşımak garabetinden kurtulmanın yolu bulunmuş oldu.

Ama her şeye karşın bunun iyi bir başlangıç olduğu da açık. Her ne kadar yine CHP geleneğinin doğal sonucu olarak değişim yukarıdan aşağıya tasarlanıyor ve uygulanıyor olsa da, değişimin ilk ritüeli olarak kravatlar çıkarılmış (!) olsa da genel siyaset ve toplum açısından bu değişiklik umut vaat ediyor.

Öncelikle yaşanan kutuplaşmanın en büyük taşıyıcısı ve çoğaltıcısı olan medyanın başka bir umut ve yönteme yönelmesi, kutuplaşmanın büyümesini ve yaratacağı riskleri azaltıcı bir rol oynayabilir.

İkinci olarak nihayet sanal tartışmalar ve gündemler yerine gerçek sorunları ve dertleri konuşmaya başlayabiliriz. Yalnızca bunlar için bile bu değişime kredi açmak ve zaman tanımak gerekir.

Bir başka mesele ki asıl mesele de bu bence: artık ülkede ve toplumda değişenin ne olduğunu, bu değişimi anlamak ve ona uygun yeni politikalar üretmek konusunda serinkanlı bir tartışma ortamı oluşacağını umuyorum. Çünkü CHP dışında ve sol yelpazenin tümünde bu değişime uygun yeni bir siyasi hareket üretilemedi. Var olan girişimler ya fikir düzeyinde kaldı, ya örgütlenmeyi ve çoğalmayı beceremedi. “Fikri olanın örgütü yok, örgütü olanın fikri yok, lideri yok, lideri olanın fikri yok” gibi bir aksak ritimli siyasi arayışlardan şimdi hep beraber bir iddia ve heyecan üretme fırsatı doğabilir.

Bunun yolu ise yalnızca vitrine yeni isimler koymak ve kravatları çıkarmak değil daha kapsamlı bir yenilenmedir. Hoş konuşulan isimlerin de hangisi, ne açıdan yeni ayrı bir tartışma ama. Kitle partisi olma özelliğini çoktan yitirmiş bir partiden yeni Türkiye’nin yeni demokrat partisi çıkacak mı göreceğiz. En azından medyanın ve sol dünyanın içinde bulunduğu heyecan, hali hazırda güçlü bir iddiaya dönüşmüş yeni bir sol hareket olmadığına göre, tüm entelektüel enerjiyi ve siyaset yapma arzusu kendi içine çekecektir. Bu doğal çoğalma ve çoklaşma hali sağlıklı bir iç tartışma ortamı yaratabilir. Bu ortam da yeni bir siyasetin ve gerçek değişimin başlangıcı olabilir.

Tüm bunların olabilmesinin kritik irade ve niyet tıkacı ise Kılıçdaroğlu’nun elinde. Kılıçdaroğlu var olan sempatiyi iddiaya dönüştürmeden, kendine ve partisine yeteceğini sanırsa en büyük yanılgısı olur. Sempatiyi iddiaya çevirmek ise kadrolarla, programla, politikalarla olur. İddia, yalnızca söylemler ve liderden ibaret değildir bana göre.

Nihai jürinin 50 milyon seçmen ve gerçek beklenenin o seçmenlerin taleplerine cevap üretmek olduğunu unutmadan çok çalışmak gerekir. Çalışmak ise yalnızca 81 ili gezmekten ibaret değil, yeni Türkiye’yi anlamaktan başlar. Örneğin Kürt meselesinin yalnızca iş, aş, bölge meselesi olmaktan öte kimlik, onur, gurur, tanınma, var olma boyutlarının yani demokrasi boyutunun da olduğunu anlamaktan başlar önce.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.