Önce solu tanımlamak

İktidar kavgası öyle seviyelere indi, öyle yeni yöntemler, öyle aktörler devreye girdi ki her gün hayretle izliyoruz. Önce Temmuz’da referandum, sonra Ağustos’ta Yüksek Askeri Şura’da yeni komuta heyetinin belirlenmesine kadar geçecek sürede daha kaç kanlı çatışma, daha kaç gizli kayıt ve her türlü yasayı, kuralı, etiği çiğneme hamlesi göreceğiz kim bilir?

Silahlar çekildi, meydan muharebesi ilan edildi, göğüs göğse çarpışma evresine girildi. Bu aşamada yorum yapmak ekranların ileri geri görüntüler eşliğinde konuşan futbol yorumculuğu tarzının geyik tuzağına düşmek olacak. Bu nedenle biz, daha kadim ama ülkenin geleceğini belirleyecek daha önemli meselemize geri dönelim: Sol ne demek? 2010 Türkiye’sinde ne sol, ne sağ? Niçin sol?

Soruyu böyle sorunca, muhtemelen okur demiştir ki “eyvah, bu tartışma yıllarca ve binlerce yazı boyunca sürer”. İşte meselenin kilidi de tam bu psikoloji ve anlayış. Biz hiçbir kavramı sade kelimelerle anlatamıyoruz. Tumturaklı kelimeler, cümleler, paragraflar söylemeyi entelektüelliğin gereği ve işareti anlıyoruz.

Işıl Özgentürk, “sol ne demek?” başlıklı yazısında şöyle der: “Küçük çocuk annesine sordu: Sol ne demek? Anne bir süre düşündükten sonra yanıtladı: Sol, sokakta seksek oynamak demek, (uzun, uzun hayata dair tanımlarla devam eder ve ekler)… aşk nedir, bu neden başımıza gelir, kalbimiz sık sık neden kırılır, vicdan nedir, neden yalan söylerken yüzümüz kızarır… Küçük çocuk, anne dur biraz dedi, kafam karıştı. Elbette karışacak dedi annesi, dünyanın en zor sorusunu sordun.”
Bu dünyanın en zor sorusuna en sade kelimelerle ben kendi yanıtımı vermeye çalışayım. Bu sadelik aynı zamanda gereklilik de. Çünkü hep yazdığım gibi bugünün hayatı başka bir hayat, yeni bir ütopya birinci kelimeden başlayarak yeniden tasarlanmak zorunda.  Ancak ondan sonra siyaset tarzını, yöntemleri, günlük meselelerdeki tutum ve pozisyon alışları konuşabiliriz.

Benim kendi hesabıma iki basit ilkem var: Birincisi yaşamı müdahale edilebilir olarak kabul etmek. Bu kabul aynı zamanda akılcılığı, bilimi de içerir. Çünkü müdahale araç ve yöntemleri üzerine düşünmeye başladığınız da başvuracağınız kaynak akıl ve bilimdedir. İkinci ilkem de yaşamda mağdurdan yana tavır almak. Yani erkeğe karşı kadından, insana karşı doğadan, sermayeye karşı emekten, Türk’e karşı Kürt’ten, Sünni’ye karşı Alevi’den, silahlı olana karşı silahsızdan yana tavır koymak. Bu ise vicdan meselesidir ve bir tercihi ifade eder. Hem soyut hem somuttur. Soyuttur çünkü vicdana, yüreğe, duygulara dairdir. Somuttur çünkü çeşitlenen mağduriyetlerin tümünü genel ilke olarak kapsama alanına alır.

Doğal olarak, bu ilkelerin içinde örtük olan bir şey daha var tabi ki, bunları politika vesilesi olmaktan öte yaşam ilkesi kabul etmek. Kadınına, sevdiğine veya tartışma ortamında muhatabına şiddet diliyle en azından manevi şiddet diliyle yaklaşıp öte yandan ülkeye solculuk, demokratlık nutku çekme riyakârlığına düşmemek.

Çok mu sade, çok mu amatörce geldi bu ilkeler size?

Marx’ın hangi cümlesinin öznesinin kimler olduğu tartışması daha mı yararlı olurdu? Ya da sosyalistlerle sosyal demokratların tarihsel farklılıklarının neler olduğu mesela? Belki yeni sol tartışmalarında kim ne dedi de ayrı gruplara bölünme ortaya çıktı?

Bu sadelikte yeniden başlamadan yeni bir siyaseti örgütleme gücüne ulaşamadığımızı düşünüyorum ben. Çünkü yeni hayat eski bildiklerimizi geçersiz kılıyor.  Çünkü bu topraklarda eski bildiklerimizin insanları ne kadar etkilemeyi başardığını yaşadık. Çünkü yalnızca aklın yetmediğini, duyguların, umutların, korkuların da bugün ne kadar insanların hareketlerini belirlediğini biliyoruz. Çünkü başka ülkelerin bugünlerini projelendirip halka ütopya diye sunmanın bu topraklarda ne kadar geçerli olabileceğini gördük.

Demem o ki baştan başlayalım, bagajlarımızı, ezberlerimizi bırakarak başlayalım. Aklımızın ve vicdanımızın götürdüğü yere kadar da gidelim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.