Siyaset Cumhuriyet’i reforme edemedi

Köşe yazarlarında, televizyonlardaki tüm tartışmalarda genellikle güncel siyaset üzerinden konuşuyoruz. Tıpkı futbol programlarındaki yorumcular gibi her bir pozisyonu “ileri al, geri sar” didik didik ediyoruz.

Benim bu konuda tedirginliğim var. Meselelere yalnızca güncel siyaset üzerinden bakmaya ve anlamaya çalışmanın giderek odak kayması sorununa yol açtığını düşünüyorum. Ağaçlara bakarken ormanı kaçırmak gibi klasik bir sorunun tuzağına düşüyoruz.

Bu nedenle bazen durup daha geniş bir perspektiften olaylara bakmak hem daha yararlı olacak, hem de kendi duruş ve pozisyonlarımızı bir kez daha gözden geçirmemizi sağlayacaktır. Ayrıca okur da, okuduğu kişinin meselelere nereden ve hangi referanslardan baktığını bileceği için meseleyi daha kolay anlamlandıracaktır.

Ülkemizin Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber iki temel hedefi oldu; ekonomik kalkınma ve toplumsal modernleşme. Özellikle modernleşme bağlamında batılılaşma hareketlerinin daha önceden başladığı hatırlatılır hep. Doğrudur da. Fakat Cumhuriyet bu topraklar ve bu ülke için bir sıçramadır. Osmanlı’nın dağılmasından sonra Atatürk ve arkadaşlarının gösterdiği, yeni bir kuruluş iradesi ve ileriye doğru hamledir. Tıpkı doğada da yangın, deprem gibi çok büyük olaylar sonucu yaşanan, ekosistemin tümüyle yenilenmesine yol açan sıçramalar kadar açık ve nettir bence.

Atatürk tebaadan toplum, kuldan yurttaş yaratmayı hedeflemiş, bir ölçüde başarmıştır da. O yılların dünyasındaki hâkim zihniyetin temel unsurları olan ulus devlet, monolitik toplum, devlete karşı ödevleri tanımlanmış yurttaş, karma ekonomi gibi tüm karakteristikler bizde de hayata geçirilmeye çalışıldı. Kimilerinde mesafe alındı, kimilerinde başarısız olundu. Şimdi dönüp tarihi yargılamanın, siyaset üzerinden tarihi yeniden yazmanın riskli ve anlamsız olduğu kanısındayım.

Sağ ve sol neleri ıskaladı

Daha sonra siyasi hayatımızda iktidar olan partilerin kimi ekonomik kalkınma hedefini esas aldı, kimi de modernizasyonu. Son 60 yıldır gelip giden iktidar partilerinin iki hedefi de kucaklayan bir vizyon ve programları olmadı. Demokrat Parti’den başlayarak Adalet Partisi de, Anavatan Partisi ve şimdi AKP de esas olarak ekonomik kalkınmayı öne koyup, bu tercihin çevre sorunları, toplumsal bozulma, gelir dağılımında adaletsizlik olabilecek bedellerini çok da umursamadılar. Bunlara “kalkınmanın ödenmesi gereken bedelleri” olarak baktılar hep. Ara sıra iktidar olmayı başarmış CHP ise, ekonomik kalkınmayı ıskalayıp, özellikle sağ iktidarların bıraktığı boşluğu doldurma gayretiyle yalnızca modernizasyonu esas aldı, giderek halka rağmen halk için tutum ve pozisyonların esiri oldu.

Bu arada İkinci Dünya Savaşı’ndan başlayarak dünya değişti. Dünya temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye, ulus devletten ulus üstü düzenlemelere doğru önemli sıçramalar yaptı. Özellikle 70’ler sonrası teknolojik değişimlerin de tetiklemesiyle küreselleşme gibi bir başka boyut eklendi.

Biz ise Cumhuriyet projesini geldiği noktada daha iyiye doğru, demokratikleşmeye doğru reforme edemedik. Bırakın reforme etmeyi, iki temel hedefi de kucaklayan, güne uygun yeni bir siyasi proje üretemediğimiz gibi, birbirinden kopukmuş gibi algılanan iki hedef giderek birbirinin alternatifi haline dönüştü.

Bu itiş kakış siyaset yapımızın da bozulmasına yol açtı. Politika yalnızca particilik anlayışının içine sıkışırken doğan iktidar boşluğunu başkaları doldurdu.

Dünya bambaşka bir yola girerken bizde tüm bu meseleleri yönetmesi beklenen partiler iktidar olabildiler, ama muktedir olamadılar. 1969–1980 arası siyasi iktidar olarak ortalama ömürleri 10 ay olan 13 hükümet geldi geçti. Darbe sonrası 1983–2002 arası uzun ANAP iktidarı da dâhil ortalama ömürleri bir yıl dört ay olan 14 hükümet geldi geçti. Yani tüm bu değişimi yönetecek, Cumhuriyet projesini reforme edecek, demokratikleşmeyi ve küreselleşmeyi de temel hedeflerin içine katacak ve tüm bunları kapsayacak yeni bir siyasi proje ve siyasi irade hiç olamadı.

Toplum kendi çözümlerini üretti

Fakat ne hayat ne de toplum aynı yerde durmuyor. Ekonomik kalkınma, modernleşme, küreselleşme ve demokratikleşme dinamikleri ve talepleri toplumda hep diri kaldı. Siyaset ve devlet yönlendirici olmayınca da toplum kendi çözümlerini üretmeye başladı. İç göç müthiş yoğunluğuyla sürerken, yeni dinamiklere uyarlanamamış hukuk düzeni giderek etkinliğini kaybederken, başka tür dayanışma ilişkileri, başka tür siyasi ilişkiler daha kolay zemin buldu. Asıl önemlisi de gündelik hayatın ritmi değişti, düşünce sistematiğimiz değişti, toplumun ruhundaki kimya değişti.

Hatta bilimin bizatihi kendisi değişiyor. Sanayi toplumu sosyolojisine göre tanımlayabildiğimiz, açıklayabildiğimiz birçok ilişki, örneğin ekonomik kalkınma ve kentleşmeyle beraber modernleşmenin gelişeceği savı artık eskisi kadar geçerli değil. Modernleşmenin tanımı, kapsamı da değişiyor. Gündelik hayatın içinde modern olarak yaşanılan birçok şeyin değerlerde modernleşmeye yol açmadığı, ülkemizde de muhafazakâr değerlere dayalı yeni ve alternatif bir modernleşme projesi olduğu da açık.

Hâlâ temel sorunumuz; Cumhuriyet’i demokratikleştirecek, ekonomik kalkınmanın hem niteliğini değiştirmeyi, hem de gelir dağılımı adaletsizliğini düzeltmeyi beraber düşünecek, modernleşmeyi değerlerden daha çok ortak yaşamın kurallarında arayacak yeni bir çağdaş demokrat hamleyi üretememiş olmamız.

Bunun yolu, özellikle bu yerel seçimlerden sonra toplumsal duyarlılıkları ve siyasette aktif olma arzuları en yükseğe çıkmış insanların geçmişin tartışma ve pozisyonlarına esir olmadan çağdaş demokrat bir siyasi hamleyi yaratmalarıyla açılabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.