Farklılıklarımızla bir arada yaşamak

Kürt sorununda patlayan mayınlara ve silahlara rağmen çözüme yaklaştığımız konusunda bir iyimserlik havası duruma hâkim görünüyor. Ama hala Kürt sorununu teröre rehnederek konuşmaya devam etmek dışında somut, bütünlüklü bir çözüm modeli ortada yok. Neden acaba? Sorunun terörden ayrılmadan konuşulduğu için olmasın sakın! Siyasi yöneticiler kadar devletin asker, sivil tüm bürokrasisi de bir çözüm umudu taşımakla beraber çözüm önerisinin olmamasının galiba bir başka nedeni daha var: Çünkü sorunu nasıl çözeceğimizi, daha doğrusu Kürtlerle beraber, bir arada yaşama tercihinin temel modelini ve yönünü belirleyebilmiş değiliz.

Birlikte, bir arada yaşama sorunu evrensel bir sorun ve dünyada da denenmiş ve yaşanmakta olan birçok modeli var. Birinci model, ulus devletler çağında hemen tüm ülkelerde denenmiş olanı. Farklı kimliği, hukuktan eğitime ve silaha kadar her türlü yöntem ve araç ile hâkim kimlik içinde eritmeye, yok etmeye çalışmak yani asimilasyon modeli. Bu model ve asimilasyon politikaları şimdiye kadar devletin de tercih ettiği yoldu ve artık bu modelin yetmeyeceği ve toplumsal barış içinde yürümeyeceği ortaya çıktı.

İkinci model, farklı kimliği marjinalize etmek ve bir toplumsal alana veya coğrafyaya sıkıştırmak yani gettolaştırmak. Farklılığın olduğunu bileceğiz, varlılığını kabul edeceğiz ama sıkıştırdığımız alan dışına çıkmasına izin vermeyeceğiz. Son günlerde birçok aydının ve siyaset adamının yüksek sesle söylemeseler bile içine giderek daha fazla düştükleri tuzak budur. Kürt yurttaşları yalnızca Güneydoğu’ya hapsederek, “töreleriyle, sorunlarıyla orada yaşasınlar ama bize bulaşmasınlar“ demek hayatın pratiğine ters. Ayrı bir tartışma konusu ama İslami harekete, türbanlı kızlarımıza ve hatta muhafazakâr modern hayat tarzı olanlara bile böyle bakmanın giderek elitlerimizin önemli bir kısmında yayılmakta olduğunu her fırsatta görüyoruz.

Üçüncü model, farklılıklara toleranslı davranma modeli olarak ortaya çıkıyor. Varlıklarını tanıyacağız, varlıklarına tahammül ve tolerans göstereceğiz ve hatta Kürtçe müzik yapabilme gibi bazı politikalarla onları himaye eder politikalar da uygulayacağız ama hep bizim çizdiğimiz sınırlar içinde kalmaları şartıyla.

Dördüncü model ise ilişki içinde, barış içinde bir arada yaşamanın koşullarını ve gereğini arayacak ve üreteceğiz. Kimlikleri ve farklılıkları, statik değişmez kavramlar olarak değil, değişen, birbirinden etkilenerek dönüşen ve çoğalan kültürel farklılıklar olarak kabul edecek ve bunun koşullarını arayacağız.

Bu ise daha meşakkatli, daha uzun bir süreçtir ama mecburi vatandaşlıktan gönüllü vatandaşlığa geçişin yoludur. Bu yolun en zor kısmı da yeni bir “biz” hayali ve tanımı geliştirebilmekten geçer. 301 Koruması altında olan kavramlar, soyut tanımlarla, geçmişin naif, kullananına göre iki uçlu bıçak gibi politikalara yol açan söylemleriyle değil gerçekten Kürt yurttaşlarımızla yarın sabah aynı kadere uyanacağımız kabulüyle başlar.

Siyaset ve devlet, acaba ikinci modeldeki gibi marjinalize mi etsek, yoksa üçüncü modeldeki gibi Kürtlere toleranslı yeni bir safhaya mı geçsek konusunda henüz tam karar veremediği için ortada somut öneriler görülmüyor kanımca. Ama umut veren en azından birinci modeldeki asimilasyon politikalarının artık çalışmayacağını çok bedeller, umutlar ve ölüler vererek öğrendik, devlet de öğrenmiş görünüyor.
 
Azınlıkta kaldıkları sanılsa bile barış ve ilişki içinde bir arada yaşamayı savunanların henüz siyasette temsilcileri bulunmuyor. Fakat sade Türk ve Kürt vatandaşların tercihlerinin bu olduğu konusunda da şüphem yok. Çünkü o sade vatandaşlar her gün aynı kadere, aynı güneşe uyanıyorlar. Hepsinin umudu da güneşli, barış dolu günler.

Zira hala bunca ölüme karşın farklı etnik kökenden olanlarla ne evlenmekten, ne alışverişten ne de ortak ibadethanelerden vazgeçtiler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.