Asker milletin toplumsal dönüşümü

Yeni anayasa olarak dillenen talep ve ihtiyaç elbette öncelikle hak ve özgürlükler alanını genişletmek, evrensel standartlara ulaşmak. Yanı sıra devleti tüm mekanizmalarıyla ve özellikle yönetim biçimiyle baştan aşağıya yenilemek de ikinci amaç. Hem ülkede var olan siyasi aktörlerin hüner ve becerisi, hem vizyonları hem de uzun bir sürecin daha başında olduğumuz için bu hedeflerde ne denli mesafe alabileceğimizi önümüzdeki bir yılda göreceğiz.

Fakat siyasette de aydınlarda ve medyada da daha az dillendirilen başka bir ihtiyacımız daha var: Toplumsal uzlaşma ve toplumsal dönüşüm ihtiyacı. 

Toplumsal uzlaşma anayasa yapım süreciyle, bu süreci siyaset eliyle yönetebilmemize, bu sürece gerçekten toplumu dahil edebilmemize bağlı. Fakat meselenin ikinci yüzü toplumsal dönüşüm ihtiyacı ise yeni anayasanın getirdiği kurallardan daha çok, yeni anayasanın getireceği yeni siyasi iklim, bu iklim içindeki yasal ve kurumsal değişiklilerin ürünü olacak. Asıl önemlisi ise siyasette, yönetimde ve kurumlarda zihinsel dönüşüm sağlanabilirse başarılacak. 

Cumhuriyetin modernleşme projesi, toplumsal dönüşümü yönetme politikaları ve topluma ve vatandaşların önüne konulan  “iyi, doğru, güzel” tanımları bugün birçok siyasal ve toplumsal gerilimin kaynağı. Bu tanımları ve politikaları eksikli, yanlış, dayatmacı veya çok doğruydu, gerekliydi gibi başka türlü sıfatlarla yapabiliriz. Nitekim hepimiz bir biçimde bunları kendi dünya görüşümüz, siyasi fikirlerimiz çerçevesinde yapıyoruz. Yalnızca bu saptamalar, tanımlamalar içinde bile müthiş bir siyasal kutuplaşma da yaşıyoruz.  Ya da bu bakış farklılıkları bugün var olan kutuplaşmayı tetikliyor.

Bu tartışmaya girmek değil niyetim bu yazıda. Gerçekleştirdiğimiz bir araştırma bulguları ile bir toplumsal fotoğraf çekmek. 

Milliyetçi ezberler ve yaratılan Türk mitosu 

Daha önce yapmış olduğumuz milliyetçilik, ulusal gurur temalı tüm araştırmalarda ortak bir bulgu vardı: Sade vatandaşın milliyetçilik, ulusal gurur türü algı ve tutumlarının öğrenilmiş, ezberlenmiş bir şey olduğu ortaya çıkıyor. O kadar ki ne yaş, ne eğitim, ne gelir, ne de yaşadığı yerin kır veya kent olması bir farklılık gösteriyor. Ve hatta sanılanın aksine siyasi tercihi bile neredeyse çok özel, radikal farklılıklar göstermiyor. Çok özel bazı durumlar ve Kürtler hariç bu tek tip algı ve tutumlar eğitim sisteminin, hukukundan medyasına tüm kurumlarıyla her gün yeniden üretilen, yaygınlaştırılan ve çoğaltılan ezberler.

Tüm dünyanın Türklere düşman olduğu, Kürt meselesinin esas itibariyle yabancı devletlerin kışkırtması olduğu türü fikir ve kanaatler de bu ezberlerin ürünü. 

Yüceltilen Türk kimliği yanı sıra bu kimliğe atfedilen değerler de öyle. Türkler asker millettir inancı da.

Son yaptığımız “Toplum ve Silahlı Kuvvetler araştırması” bulguları da aynı ezberlerin varlığını bir kez daha gösterdi.

Toplumun dörtte üçü “Türkler asker millettir” diyor ve yine bu inanç sahipleri ne parti tercihleriyle, ne yaşlarıyla, ne cinsiyetleriyle, ne gelirleriyle, ne de eğitimleriyle özel, kayda değer bir farklılık gösteriyorlar. 

Orduya güvendiğini söyleyenlerde de aynı karakteristik durum gözleniyor. Ama polise güven ve parlamentoya güven, siyasi kutuplaşma nedeniyle siyasi tercihlere göre radikal farklılıklar gösteriyor. Kısaca söylemek gerekirse polise ve parlamentoya Ak Parti seçmenleri güvenirken, CHP seçmenleri güvenmiyor, MHP seçmenleri ortada bir yerde tutum alıyor. Kürtler ve BDP seçmenleri ise hiçbirine güvenmiyor.

Düzensever olmak ya da değişimin riskinden kaçınmak

Hala toplumun dörtte biri asker yönetime el koyabilir veya askeri yönetimler sivil yönetimlerden daha etkin ve başarılı olabilir fikrinde.  Ki bu bulgu yeni bir durum da değil, neredeyse son beş yıldır en azından KONDA’nın gerçekleştirdiği tüm araştırmalarda bu bulgu benzer oranlarda tekrarlanıyor. 

Daha eski yapılmış başka araştırmalarda da benzer bulgular var. Demek ki, bu fikrin toplumun dörtte birinde geçerli oluşunun tek nedeni Ak Parti karşıtlığı değil.

Kaldı ki, yine tüm araştırmalarımızdan toplumun kendinden farklı olana, etnik veya inanç farklılığı değil yalnızca, örneğin eşcinsellere ya da yaşam biçimi kendinden farklı olanlara da tolerans ve hoşgörüsündeki düşüklüğü biliyoruz. 

Bu toplumsal yapı demokrasinin güçlendirilmesi, geliştirilmesi önündeki en büyük engel. Demokrasinin önündeki engel yalnızca üst yapı kurumlarından, siyasetten çoğalmıyor, gerçek neden toplumun yapısı.

O nedenle de eğer yeni anayasanın yaratacağı iklim içinde eğitimde ve hukukta zihniyet değişikliğini de kural ve kurumsal değişiklikleri de yapamaz isek gündelik hayatın içinde gerilimler sürecek demektir. Bu süreci de ancak siyaset eliyle yönetebiliriz. O nedenle siyasi partilerin yeni anayasaya dair ön koşullarını değil, vizyonlarını merak ediyorum ben.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.