Değişimi yönetmek

Başlığı koydum, daha yazmaya başlamadan ara verdim. Ve T24’deki Oya Baydar’ın “değişimi okumak” başlıklı yazısını okudum. İşte mesele bu: olan biteni kendimize hain pusular kuran hayatın ve aktörlerin oyunu olarak tanımlamak ve paranoyalar üretmek ya da değişenin ve değişmekte olanın ne olduğunu anlamaya çalışmak. Bu iki tutumdan birisi meseleleri “kim” üzerinden anlamlandırmayı, ikincisi “ne, ne zaman, nasıl” sorularına cevap aramayı gerekli kılıyor.

“Kim” sorusu üzerine, Ak Parti veya CHP üzerine de (“kim” tartışmalarına yine, yeniden batmış CHP için özellikle) daha çok okuyacak, dinleyeceğiz.  Değişimi anlamlandırmak üzerine kafa yoralım biz. 

Profesyonel kariyerim olan yöneticilik ve sıkça yaşadığım deneyimler üzerinden (kimden esinlendiğimi şimdi anımsayamadığım) aşağıdaki grafiği hazırlamıştım bir zamanlar. Şirketlerde yeniden yapılanma çalışmalarına başlamadan önce patronlara bu grafiği gösterir, anlatır ve olası duygusal ve davranışsal tepkileri üzerine önceden tedbir almaya çalışırdım. 

Grafiği bugünün Türkiye’si ve biraz da siyaset üzerinden anlamlandırmaya çalışayım. Dikey eksen “memnuniyet-memnuniyetsizlik ekseni”. Bu eksene aynı zamanda “zamanın ruhu ekseni” demek ve yorumları ona göre yapmak da mümkün. Yatay eksen ise “zaman” ekseni. 

Bizim grafiğimizde zaman 2000’den başlasın. Dünyada ve ülkede küreselleşme, temsili demokrasiden katılımcılığa dönüş, insan hakları değer, bilinç ve hukukunda gelişmeler, iletişim ve bilişim altyapılarında değişim, göç, iş yapma ve yönetme zihniyetlerinde değişme ve daha yüzlerce değişiklik. Bu değişimlerin de sonucu değişen ve hızlanan gündelik hayatın ritmi, kimyası ve zihniyet haritalarımız. Yaşamda ve dünyada bu denli büyük değişimin yaşandığı dönemde kendi problemlerine sıkışmış, ülkeye bir vizyon üretememiş siyaset. Üstüne 28 Şubat darbesi ve üstüne de 2000 ve 2001 ekonomik krizleri. 
Eski siyasetin tasfiyesi

2002 Seçimlerinde “mutsuzluk” ve “sorgulama” noktası ve sonucunda da tüm siyasi aktörlerin seçmen iradesiyle ve seçim marifetiyle tasfiyesi, Ak Parti iktidarı.

Başlangıçtaki siyasal İslamcı kadrolar nedeniyle tereddütler. Ama hem ekonomik kriz sonrası hazırlanan yeni ekonomik programı başarıyla uygulama kararlılığı, hem Avrupa Birliği konusunda kararlı bir ataklık hem de neredeyse yirmi yıldır boş bırakılmış yasal boşlukları hızla doldurma çabaları ve de yerel yönetimlerde hizmet ağırlıklı önemli başarı ve kazanımlar sonucu “ilk memnuniyet” noktasına geliş. Bunların sonucu olarak da 2007 seçimleri başarısı. (Şirketlerde de böyledir ilk aylarda yaptığınız her şey alkışlanır.)

Bu süreç aynı zamanda eski hayatın egemenlerinin (askerin, büyük sermayenin, medyanın, vesayetçi siyasetlerin) zaten hayatın dayatmasıyla da zayıflamış güçlerinin siyaseten de zayıflamalarının süreci. Eski güç, ilişki ve egemenlik alanlarının yasal değişikliklerle de zayıflamaya başlaması dönemi. Bu ilk dönemin içinde eski egemenlerin, askerin, büyük sermayenin ve vesayetçi siyasetlerin korku politikaları ağırlıklı ve anti siyaset tarzlarının öne çıkışı. (Şirketlerde de eski alışkanlıkların, güç, yetki ve sorumluluk dağılımının kökten değişmekte olduğunu anlayanlar karşınıza dikilmeye başlar.)

Ak Parti’nin ikinci dönemi kendisi için de sorunlu oldu. Değişimi yönetebilmek için kapsamlı ve bütünleşik bir değişim vizyonunun olmayışı, çoğunlukçu anlayışı, özünde kendisinin de en az eleştirdikleri kadar “en iyiyi ben bilirim, size rağmen bile” anlayışı ve diğer ideolojik, siyasi kısıtlarıyla, karşısındakilerin korku politikaları birleşince “buna değmedi galiba” noktasına düştü ülke. Üstüne küresel ekonomik kriz de binince 2009 yerel seçimlerinde ciddi oy kaybı ve değişimin dibe vuruşu. (Şirketlerde de ilk ayların ardından, yöntemler değiştikçe eski alışkanlıkları kırmak zorlandıkça yeni sorunlar çıkar, çıkarılır. O da değişime karşı olanlara geçici güç sağlar.)  
 
Yerel seçimlerde gururu yara almış Ak Parti yeniden değişimi hatırladı. Ergenekon ve Balyoz davalarında alınan mesafeyle birlikte Ak Parti Anayasa değişiklik paketi, Kürt açılımı, Alevi açılımı gibi meseleleri yeniden gündeme taşıdı. Ekonomik kriz sonrası hızlı toparlanma ile de birleşince yeniden eğri yukarıya döndü ve 2011 başarısı geldi.(Şirketlerde de sorun o dibe vuruşta duygusal olarak savrulup savrulmamak, sabırla değişimin arkasında durmak, durmamak olur. Ya da o duygusal kırılmada bazı yetkilileri, ekip arkadaşlarınızı feda edersiniz, eğer devam etmek istiyorsanız.)
Şimdi mesele değişimi doğru yönetmek veya yönetememek meselesi… 

Şimdi mesele, Ak Parti’nin askeri vesayete, devletçi yargıya, büyük sermayeye ve eski egemenlere karşı açtığı sivil siyaset alanını yalnızca Ak Parti’ye bırakıp bırakmama meselesi. 

Şimdi mesele, düzene karşı muhalefeti ve değişimin temsilciliğini Ak Parti’ye terk edip terk etmeme meselesi. 

Şimdi mesele, Ak Parti’ye karşı muhalefet edebilmenin tek yolunun Ak Parti’den daha ileri değişimleri savunabilmek, önerebilmek meselesi.

Eğer Ak Parti’nin aldığı yüzde 50 oyu doğru okuyamaz isek, bu oya ve seçmene Stockholm sendromu gibi saçma sapan kulplar bulmadan anlayamaz isek, “Ak Parti seçmeni kimdir” sorusuna doğru cevaplar üretemez isek, ülkenin değişime zorlandığı gerek iç gerek dış dinamikleri ve gerekse de zihni değişiklikleri anlayamaz isek korkularımıza esir olmamız kaçınılmazdır. 

Bu soruların tümü Ak Parti için de geçerli elbette. Ak Parti’de yukarıdaki aynı sorulara doğru cevaplar üretemez, değişime çoğulcu, kapsayıcı ve bütünleşik bir cevap üretemez ve liderinin kişisel ve partinin kurumsal siyasi kariyerine heba ederse her şeyi, seçmen onu da değişime ya da tasfiyeye zorlayacaktır. 

Çünkü ülke ne yaşanan siyasal ve toplumsal kutuplaşmayı, ne bozulmuş devlet – birey mutabakatını, ne bozulmuş toplumsal mutabakatı,  ne de Kürt meselesi gibi marka haline gelmiş sorunları siyasetin müdahalesi ve çözümü olmadan artık taşıyamayacaktır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.